Salihli Kaymakamlığı ve Belediyesi tarafından geçen Nisan ayında yapılan SALİHLİ SEMPOZYUMU'nun bildiriler,i 3 cilt kitap haline getirildi.
Sempozyumda, Sardes Sinagogu hakkında sunum yapan araştırmacı yazar Mustafa Uçar'ın bildirisini aşağıda yayınlıyoruz:
SARDES
(SEFERAD) SİNAGOGU
Giriş:
Küllerinden Salihli’nin doğduğu söylenen,
Lidya Krallığı’nın başkenti Sardes, günümüzde İnanç Turizminin önemli duraklarından
biridir. Hıristiyan cemaati tarafından “İncil’de
adı geçen yedi kiliseden biri" olarak kabul görür;
Artemis Tapınağı’nın güneydoğu köşesinde bulunan tuğladan yapılmış Şapel
ziyaret edilir.
Yaklaşık bin yıl süre ile Sardes, Fener Patrikhanesi’ne bağlı
Piskoposluk Merkezi durumunda kalır; 1391 yılında Patrikhanenin emri ile Sardes
Metropolithanesi tüm varlıkları ile Philadelphia yani Alaşehir Metropolitliği’ne
devredilir. Kısaca dile getirdiğimiz bu tarihsel öykü dünyaca bilinir.
Oysa Sardes,
İnanç Turizmi yönünden, Yahudi (Musevi) cemaati tarafından da büyük öneme sahip
olmasına karşın bu yönü pek fazla bilinmez. Bu araştırmamızda sizlere Sardes’in
Yahudi cemaati açısından ne kadar önemli bir yer olduğunu açıklamaya çalışacağım.
Bugün Sardes
örenyeri gezi alanlarından birinde yer alan Gymnasium bileşik yapısının güney
bölümünde bir sinagog (synagogue) yer almaktadır. Kudüs’teki Süleyman ve Suriye topraklarında
bulunan Dura Europos sinagoglarından
sonra inşa edilen dünyanın üçüncü havrası Sardes Sinagogu; ilk Yahudi tapınaklarından biri
olması açısından ciddi öneme sahiptir. Ancak bu sinagog Yahudi Cemaati için bir
başka açıdan daha önemlidir: Yahudiliğin Seferad
(Sepherad) kolu burada doğmuştur.
Aslında,
araştırmacılar arasında, Sepherad’ın neresi olduğu konusunda çelişkili
söylemler vardır; kesin yeri hâlâ tartışılmaktadır.
1. SARDES SEPHARAD’TIR
Alaşehir
doğumlu, tarihçi Ioannis Lydus’a, tarihçi Xantos’tan aktarıldığı öne sürülen
bilgilere göre; Helen yazımında “Sardeis”
ya da “Sardis” diye belirtilen
kentin adını Lidyalılar, kendi dilleri olan Lidçe’de “Yıl / Sene” anlamına gelen “Swarda”
veya “Sfarda” olarak kullanmaktadır..
Prof. Dr. Bilge Umar,
Sfarda adını Swarda olarak kullanır
ve anlamını; “… bu sözcük, kentin
çok yakınından geçen, Ana Tanrıça ile bağlantılı kutsal ırmağı işaret ediyor; bunun Luwi’lerdeki adı Smarda yani S(wa)-Ma-(a)rda, “Kutlu - Ma’nın - ırmağı” adının ortadaki
Ma atılarak kullanılmış biçimidir, yıl / sene ile bağlantısı yoktur” şeklinde
açıklar. Hitit tabletlerinde kentin adı Sardwana,
Mısır hiyerogliflerinde Shardana
olarak geçer.
Günümüzde Gediz
olarak adlandırılan ırmağının antik çağdaki adı “Smarda”dır. Kentin adı Swarda,
nehrin adı Smarda; söylem yönünden
birbirine çok yakın bu iki isim, doğaldır ki karışıklık yaratıyordu. Paros
Adası doğumlu ozan Arkhilochus (Arkilakus)’un, İÖ.7.yüzyılda Kral Gyges döneminde yazdığı bir şiirinde şehrin adı
ilk kez “Sardes” olarak kullanmış,
halk tarafından beğenilen isim, bir anlamda kent ile ırmak adının karışmasını
engellemek üzere kullanıma girmiştir.
Sardes’in, Lidya
ve Pers dillerinde “Sfard” olarak
geçen adı, Yahudilerin kullandığı Arami ve Semetik şekli ile eski Ahit’te
(Obadya 20), “Sepharad” olarak
geçer.
İÖ. 586-538
yılları arası ilk diaspora olarak bilinen Babil sürgünlerinden bir bölümünün, İÖ.
212-204 yılları arası buraya getirilmeleri ile Sardes’de oluşan yeni kolunun
kendilerini “Seferad” olarak tanımlamasından daha doğal bir şey düşünülemez.
1. YAHUDİLER VE İLK TAPINAK; SÜLEYMAN SİNAGOGU
Yahudi
cemaatinin, Anadolu kültürüne katkısı yadsınamaz. Peki, Yahudi cemaati
Anadolu’ya ne zaman gelmiştir? Bu konuyu daha iyi kavrayabilme açısından,
Museviler hakkında çalışma yapan İnci Türkoğlu’nun
Hexter’den aktarımı ile Yahudi tarihine kısa bir göz atmamız gerekiyor:
“Hz. İbrahim’in oğlu İshak’ın oğullarından
Yakup’un adı, Tanrı tarafından İsrail olarak değiştirilir. İsrail ve ailesi
Kenan ülkesinde yaşarken üvey kardeşleri bir gün, babalarının gözdesi olan
kardeşleri Yusuf’u köle tüccarlarına satar. Yusuf, köle olarak geldiği Mısır’da
firavunun danışmanlığına kadar yükselir. Bulunduğu konumun refahından
faydalanmaları için ailesini de Mısır’a getirtir. İsrailoğulları, Mısır’da bir süre mutluluk
içinde yaşar. Ancak zaman ilerler ve Yusuf’u tanımayan bir firavun başa gelir
ve İsrailoğulları köle durumuna düşer. Ne var ki bu kölelik Hz. Musa’nın
önderliğinde Kızıldeniz’i yararak geçmelerine kadar sürer.
Hz. Musa Sina Dağı’nda Tanrı’dan ‘On Emir”i
alır ve İsrailoğullarını vaat edilmiş topraklara getirir. Tanrı’nın yeryüzünü
ve ilk insani yaratmasından buraya kadar geçen öyküler Eski Ahit (Tevrat ve
Zebur)’in ilk yedi kitabında anlatılmaktadır”(Hexter 1995, 9-11).
İsrailoğullarının bundan sonraki öyküleri, gerçek ve efsane karışımı
olarak Eski Ahit’in Samuel, Krallar ve Tarihler kitaplarında anlatılır.
Biz, Hexter ile devam edelim:
“Davut’un yerine geçen oğlu Süleyman, kırk
yıllık iktidarı sırasında, Hz. Musa’nın doğrudan Tanrı’dan aldığı ve üzerinde
On Emir’in yazılı bulunduğu taş tabletlerin saklandığı sandık için büyük bir
tapınak yaptırır. İÖ. 933
civarında Süleyman’ın ölümüyle krallık ikiye bölünür: kuzeydeki Ephraim ve güneydeki Iudah. Bu iki küçük krallık izleyen
asırlarda birbirleriyle ve çevre krallıklarla mücadele ederken, doğuda da büyük
bir krallık gücünü göstermeye başlar: Asurlular.
Önce Asurlulara Komutan olan sonra da
isyanlarda başarısızlığa uğrayan Ephraim ve başkenti Samaria (Samiriye), İÖ. 722′de yakılıp yıkılır. Daha küçük olması
ve politik öneminin azlığı nedeniyle daha uzun süre yaşamını sürdüren güneydeki
Iudah da Asur kralı Nebukhadnezzar tarafından İÖ. 586′da başkenti Yerusalim
(jerusalem) ve Süleyman Tapınağı ile birlikte tahrip edilir ve halkı Babil’e
sürgün edilir” (Hexter 1995,
11-15).
Babil’de ve
diğer ülkelerde sürgünde yaşayan İsrailoğullarının bir kısmı İÖ. 538′de
ülkelerine geri döner. Geri dönmeyenler bulundukları ülkelerde yaşamlarını
sürdürürler. Babil sürgünü dönüşü
İsrailoğulları, Zerubbabel’in önderliğinde Süleyman Tapınağı’nı yeniden inşaa
etmişlerdir.
“İsrailoğullarının İsrail dışında yaşadığı
topraklara genel olarak “diaspora” denir. Yunanca kökenli bu sözcük “dağılma / yayılma” anlamında olup içerik
açısından daha çok Yunan kümelerine yakındır. Hâlbuki Eski Ahit’te kullanılan
İbranice “galut” sözcüğü “sürgün” anlamındadır. Diasporada yaşayan İsrailoğullarında her zaman bir
“sürgün” hissi / ruhu varolmuştur” (Unterman
1997, 62; Ishrai 1997, 55).
Süleyman
Tapınağı, İS. 70 yılında, tarihçi Iosephus’un liderliğindeki 1. Yahudi Ayaklanmasının,
Vespasianus komutasındaki Romalılar tarafından bastırılması sırasında tahrip
edilmiştir. Daha sonra çıkan 2. Yahudi Ayaklanması (Bar Kohba Ayaklanması, İS.132)
da Romalılar tarafından bastırılmış ve Yahudilerin Yerusalim’e girişleri
yasaklanmıştır (İS. 135).
Yahudi tarihinin
dönüm noktası burasıdır. İS. 135 yılından sonra İmparatorluğun çeşitli
bölgelerine göç etmek zorunda kalan Yahudilerin durumu, Roma’nın Hristiyanlığı
kabulünden sonra daha da zorlaştı. Tahmin edileceği gibi Hristiyanlar (Katolikler),
Yahudileri İsa’yı öldürdüğü ya da öldürttüğü inancı yüzünden sevmiyorlardı.
Ayrıca, Katolikler İsa’nın, Yahudilerin asırlardır bekledikleri, Yahudi dini
metinlerinde anlatılan Mesih olduğuna inanıyorlar; Yahudiler ise İsa’yı Mesih
olarak kabul etmiyorlardı.
Süleyman
Tapınağı’nın yer aldığı tepede şimdi Mescid-i Aksa ve Kubbetü’s-Sahra yer
almaktadır. Tapınaktan günümüze, “Ağlama
Duvarı” olarak bilinen batı temel duvarı ulaşmıştır.
2. İKİNCİ TAPINAK; DURA EUROPOS SİNAGOGU
İÖ. 303 yılında,
Büyük İskender'in haleflerinden 1.
Selevkos Nicator, günümüz Suriye topraklarında yer alan Dura Europos kentini kurdu. Dura, Dicle
Nehri üzerinde iki büyük askeri merkez olan Apamea ve Seleukia arasındaki
erişim güzergâhı üzerinde bir savunma ağırlık merkezi oluşturdu. Tipik ızgara
planlı şehir için Europos adı Seleukus'un Makedonya'daki doğum yerine atfen
konuldu. Önemli bir kavşak üzerindeki konumu ve ordusunda yer alan değişik
kökenli insanlar sayesinde kozmopolit bir şehir oluştu: putperestler, Yahudiler
yan yana burada yaşadı.
1920 Nisanında bir İngiliz araştırma ekibi,
Dura'daki ilk kalıntıları tesadüfen ortaya çıkardığında, kimse bu buluntunun
erken Hıristiyan ve Yahudi sanatı üzerine yeni bir bakış açısı sağlayacağını
ummuyordu. Dura kalıntıları sadece doğu ve batı arasında kültürel, siyasi ve
askeri etkiler arasında çizilmiş mücadelede oynadığı rolü göstermekle kalmıyor,
Hıristiyan ve Yahudi gelenekleri erken dönem sanatı üzerine umulmadık bir ışık
tutuyordu.
Paganlara ve
Yahudilere ait dini yapılar çöl kumunun altından çıkarıldı. Bunlardan biri de
dünyanın ikinci sinagogu olan Dura Europos’tır.
Dura Europos,
256 - 257 yıllarında Sasani kuşatmasına uğramış, şehrin savunulması sırasında
güçlü bir kale yapmak için Sinagog ve civarındaki binalar kumla doldurulmuştur.
Bu saldırıdan sonra şehir tamamen terk edilmiş ve 1920 yılına kadar kumların
altında gözden kaybolmuştur.
3. YAHUDİLERİN ANADOLU’YA GELİŞLERİ
Yahudilerin bir başka diasporaları Anadolu
olmuştur ancak ilk gelişleri hakkında çeşitli görüşler vardır.
Anadolu’ya ilk Yahudilerin ne zaman geldiği tam olarak bilinmemekle birlikte; bazı araştırmacılara göre, Babil
sürgünü (İÖ. 586 – 538) sırasında geldikleri öne sürülmektedir (Seager
1981, 178; A. Thomas Kraabel,
"Impact of the Discovery of the Sardis Synagogue" 1983, 178 - 79). Bu
iddianın ayrıca,
“Yuda ve Yerusalim’in
insanlarını, kendi ülkelerinin sınırlarından uzaklaştırarak, Yunanlılara
sattınız.” (Yoel 3.6) ayeti ile desteklendiği söylenmektedir.
Eski Ahit’te yer alan “Ve bu ordudaki İsrailoğulları sürgünleri Zarephath’a kadar Fenike’yi
mülk edinecekler ve Sepharad’da olan Yerusalim’in sürgünleri Negeb kentlerini
mülk edinecekler.” (Obadya 20) ayetinde adı geçen Sepharad’ın yukarıda
anlattığımız Arami ve Semetik dillerinde Sardes’i işaret ettiği açıktır.
Musevi tarihçi Iosephus’a
göre; ”Büyük İskender Yerusalim’e
ulaştığında, Yahudilere atalarının geleneklerine uygun ibadet özgürlüğü tanımış
ve aynı koşulları Babil ve Med ülkesindeki Yahudilere de tanıyacağına dair söz
vermiştir “ (Antiquities XI, 336 - 39).
Iosephus, Yahudi
halkı için Büyük İskender’in ardıllarının da aynı özgürlüğü tanıdığını ifade
eder ve Seleukos Kralı III. Antiokhos’a atfettiği üç belgeden söz eder. Bu üç
belgeden sonuncusu, Antiokhos’un, İÖ. 212 – 205 / 4 arası doğuda seferde iken
Lydia Valisi Zeuxis’e yazdığı bir mektuptur: “... Lydia ve Phrygia’daki halkların isyanda olduğunu öğrendiğim zaman,
bu durumun benim tarafımdan ciddi şekilde ele alınması gerektiğini düşündüm ve
ne yapılması gerektiği konusunda dostlarıma danıştıktan sonra, Mezopotamya ve
Babil’den iki bin Yahudi aileyi eşyalarıyla birlikte kalelere ve en önemli
yerlere yerleştirmeye karar verdim. Çünkü Yahudilerin, Tanrılarına olan saygı /
dindarlıklarından dolayı bizim çıkarlarımızı da iyi koruyacaklarına kanaat
getirdim ve atalarımın, onların kendilerinden isteneni yapmaya istekli
oldukları ve inançları konusunda şahadet ettiklerini biliyorum. Bu nedenle,
sorun çıkartacak dahi olsa onların nakledilmelerini ve söz vermiş bulunduğum
için kendi atalarının yasalarına göre yaşamalarını istiyorum. Onları adı geçen
yerlere getirdiğin zaman, her birine ev inşa edebilecekleri bir yer ve ekip
biçebilecekleri ve üzüm yetiştirebilecekleri arazi vereceksin ve on yıl süreyle
tarım ürünleri vergisinden muaf tutacaksın. Bunun yanı sıra, topraktan ürün
alıncaya dek, hizmetlilerini besleyebilmeleri için tahıl verilsin, ayrıca kamu
hizmetinde çalışanlara da ihtiyaçlarına yetecek miktarda verilsin ki, böylece
bizden gördükleri iyi muamelenin karşılığında bizim çıkarlarımız için daha
istekli olsunlar. Onların halkına mümkün olduğunca özen göster ki, başkaları
tarafından rahatsız edilmesinler.” (Antiquities XII, 148 - 53).
Yeni Zelandalı Profesör Trebilco, yukarıdaki mektubu şöyle yorumlar: “Bu mektuptan anlaşıldığı üzere; 2.000 aile,
en az 10.000 kişi anlamına geldiğinden bu nüfus çok sayıda kente yerleştirilmiş
olmalıdır; gönderilen aileler Mezopotamya ve Babil’den seçilen asker kökenli ve
Seleukoslara sadık Musevilerdi; bu kişiler kendi yasalarını uygulama özerkliğine
sahip olacaktı. Bir başka önemli husus da, bu ailelerin diasporanın bir başka
yöresinden seçilmesiydi. Bununla muhtemelen yeni yöreye uyum zorluğunun en aza
indirgenmesi amaçlanıyordu” (Trebilco 1994, 6).
Diğer bir önemli arkeolojik bulgu grubu da, yazıtlardan
oluşmaktadır. Bulunan seksenden fazla yazıtla Sardes bu konuda ilk sırada yer
alır. Ayrıca Phrygia’da Apameia (Dinar) ve çevresi, Akmoneia (Banaz) ve
çevresi; Karia’da Aphrodisias, Myndos, Tralles; Lydia’da Deliler (Alaşehir
yakınlarında); Ionia’da Smyrna (İzmir), Phokaia (Foça), Miletos (Milet),
Pergamon (Bergama), Galatia’da Kayakent, Kalecik; Pisidia’da Sibidunda’da
yazıtlar tespit edilmiştir.
Tüm bu bilgiler
bize Musevilerin ilk olarak Babil sürgünü (İÖ. 586 - 538) ile İÖ. 2. yüzyıl
arası bir dönemde -Pers egemenliği ile Helenistik Dönemde- Anadolu’ya gelip
yerleştiğini gösteriyor. Yani, Anadolu’da Roma egemenliği başladığında ( İÖ.
133) Yahudiler bu topraklarda zaten yaşıyorlardı. Roma döneminde Anadolu’da
yerleşik Museviler hakkında Iosephus, Philon, Cicero, Strabon, Yeni Ahit,
klasik yazarlar ve Roma fermanları ve benzer kaynaklardan ayrıntılı bilgi
edinilebilmektedir.
4. SARDES SEPHERAD SİNAGOGU
1962 yılındaki
arkeolojik çalışmalar sırasında açığa çıkarılan Sinagog, hem anıtsal boyutları
hem de anıtsal bir Roma Hamam-Gymnasium kompleksinin bir parçası olması nedeniyle
dikkat çekicidir. Sardes Sinagogu, kazıları izleyen 1962-1975 yılları arasında
restore edilmiştir.
Sinagogun mimari
yapısı hakkında en doğru bilgileri, 1964 - 1975 yılları arasında, Sardes
Sinagogu’nun restorasyonunda görev yapan Mimarlık Profesörü Andrew R.
Seager’den öğrenelim: “Doğu-batı yönlü yapı bugünkü haliyle iki ana
bölümden oluşmaktadır: doğudaki ön avlu ve batıdaki ana mekân. Doğudaki ön
avluya hem doğusundaki bir sütunlu caddeden hem de güneyindeki dükkânların
arasından giriş vardır. Peristylin köşelerinde yer alan yürek motifi kesitli
çifte sütunlar arasında kuzeyde ve güneyde üçer, doğuda ve batıda ikişer sütun
bulunmaktadır. İonik düzendeki bu sütunların ortasında, aslı Manisa Müzesi’nde
korunan volütlü krater biçiminde bir çeşme / Vazo yer alır. Çevre koridoru
mozaik döşelidir, mozaiklerin içinde binanın yapımında maddi destek
sağlayanların isimleri işlenmiştir.
Avlunun duvarları önceleri sıva / stuko kaplıyken bir tadilat sırasında
mermer levhalarla kaplanmıştır. Üst seviyede ise alçak kabartma olarak bir kemerleme kompozisyonu yer
alır. Kemer köşelerinde vazo ve
güvercin tasvirleri görülür. Örgüsünün çevre duvarlarınınkinden farklı olması
nedeniyle batı duvarının sonradan örülerek bu şekilde bir bölümlenme
oluşturulduğu anlaşılmaktadır“ (Seager 1983, 168 - 69).
Batıdaki ana mekâna üç kapıyla geçilir. 18 x
54 m
ebatlarındaki ana mekânın girişleri arasındaki iki duvar parçasının ana mekân
tarafında, basamaklı platform üzerinde üçgen alınlıklı birer edikül yer alır. Bunlardan güneydekinde dolap ya da
sandık şeklinde bir Torah saklama yeri bulunduğu düşünülmektedir. Ana mekân,
güney ve kuzey duvarların hemen yakınında bulunan altışar paye ile bazilikam
bir sema izlenimi vermektedir ancak yapıda üstte galeri katı varlığını gösteren
bir bulgu ele geçmemiştir. Ana mekânın üst örtüsünün ne şekilde olduğu da
bilinmemektedir. Ana mekânın ortasında zeminde dört adet küçük mermer plaka
çıkıntı yapar. Bunların bir bima ya da
dört destekli bir baldaken unsuru taşıdığı düşünülmektedir. Ana mekânın
batısında yarım daire şeklinde bir apsis yer alır. Bu apsisteki mermer kaplı basamaklar
sinagogun büyüklerine ayrılmıştı. Kazılarda bu basamakların önünde templon
benzeri bir korkuluğun bulunduğu anlaşılmıştır. Batıdan birinci payelerin
arasında devşirme malzemeden bir mermer masa yer alır. Masanın yan destekleri kartal kabartmalarına
sahiptir. Ayrıca masanın kuzey ve güney yanlarında sırt sırta vermiş birer çift
aslan heykeli görülür. Bunlar da
muhtemelen Arkaik döneme ait bir Kybele Tapınağı’ndan devşirilmiş olmalıdır. Bu
masanın batısında zeminin mermer döşeli olması Torah okuyucusunun bu tarafta
durduğu ve yönünü Kudüs’e ve cemaate dönerek okuduğunu göstermektedir. Ana
mekânın zemini ve batıdaki apsisin önündeki yarım daire zemin mozaik döşelidir.
İlk
inşaatta zeminin mermer döşeli olduğu anlaşılmıştır (Seager 1972, 428).
Panolar halinde düzenlenmiş olan mozaikler,
payelerle ayrımlanan dikdörtgen bölümlere uyar. Çoğunlukla geometrik
kompozisyonlar görülür. Apsisin yarım daire zemininde ise bir kaptan çıkarak
kıvrılan asma dalları görülür. Orijinalde duvarların alt kısımları mermer
levhalarla kaplıydı. Üst kısımlarda ise duvar payeleri arasına yerleştirilmiş,
renkli mermer - taş kakma panolarda da geometrik motifler dikkati çeker. Korinth başlıklı duvar payesi
başlıklarının üst hizasında kitabeler yer alır. Ayrıca hem avluda hem de ana
mekânın mozaik zemininde tabula ansatalar içinde yazıtlar mevcuttur. Bu
yazıtların çoğu verilen bağış sözlerinin yerine getirilmesiyle ilgilidir. Ve
yine bu yazıtlardan Sardis halkının bir parçası olan Musevi cemaatinin, çok iyi
konumda yaşadığı ve birçok ayrıcalıklara sahip olduğu ve cemaat üyelerinin
Sardis vatandaşı olmaktan gurur duyduğu anlaşılmaktadır (Seager 1983, 169 - 71).
Seager, ana
binanın tanımını yaptıktan sonra burada ortaya çıkan objeler ve binanın
dışındaki buluntulardan da söz eder;
Kazıda ele geçen küçük buluntular arasında
güneydeki edikülün önünde bulunan menora tasvirli kırık bir levha, pişmiş
topraktan bir kandil ve mermer bir menora parçası dikkat çekicidir. İS. 17
yılındaki depremden sonra gerçek zeminden daha yukarıda anıtsal bir platform
üzerine inşa edilen hamam - Gymnasium
kompleksinin batıdan doğuya doğru İS. 166 civarında tamamlandığı ve sinagogun
yer aldığı kısmın en baştan itibaren dört inşa evresi geçirdiği yapılan
kazılardan anlaşılmaktadır. Kazılar sırasında yapının temellerinin gerçek
derinliği saptanamamıştır (Seager 1972, 428 - 30).
Yapının hangi aşamada ve tarihte Yahudilere
geçtiği ise bilinmemektedir. Ancak mozaik zemin çeşitli onarımlarla 3. ve 4.
yüzyıllara tarihlenmektedir. Yapı, Sardis kentiyle birlikte 614 / 16
yıllarındaki Sasani akınları sırasında tahrip olmuş bir daha kullanılmamıştır
(Seager 1983, 172 - 73).
Sardes Sinagogu’nun,
Tel Aviv’de bulunan “Bet Hatefutsoth” diaspora müzesinde, yukarıdaki verilere
göre yapılmış maketleri sergilenmektedir.
Seager’in de
sözünü ettiği gibi İS. 614 / 16 yıllarında, Sasanilerin kenti tahrip etmeleri
sonucu ve yeni ticaret güzergâhı İpek Yolu’nun açılışı ile Kral Yolu’nun önemi
kalmayınca ticaretin zayıfladığı, geçim sıkıntısının arttığı bu tarihten sonra
Sepharad (Sardes) Yahudileri, batıya doğru göçe başlamıştır. Bu göç,
karşılarına Atlantik Okyanusu çıkana kadar devam etmiştir. Yaklaşık 850 yıl
Avrupa’nın çeşitli yerlerinde, özellikle İspanya’da yaşadıklarından; daha
önceki yaşam alanları olan Seferad’ı, oradaki yaşamlarını, birçoğunun unutması
normaldir.
Kastilya ve Leon
Kraliçesi I. Isabel ile Aragon Kralı II. Ferdinand tarafından 31 Mart 1492'de
Elhamra Sarayı'nda imzalanarak ilan edilen ve İspanya'da yaşayan Yahudilerin
kovulması kararı ile yaklaşık beşyüzbin Yahudi Osmanlı’ya sığınmış, bir anlamda
Anadolu’ya geri dönmüşlerdir.
Bir kısmı da
koloniler halinde yeni keşfedilen Amerika kıtasına geçmiş ve orada eski
kültürlerini taşıyan yeni yerleşimler kurmuşlardır. Bugün Amerika Birleşik
Devletleri’nde, Oklahama ve Alabama eyaletlerinde iki Sardis kasabası,
çevrelerinde Sardis Gölü, Irmağı ve Barajı vardır. Sepherad’tan giden Yahudiler
ilk yola çıktıkları kenti unutmamışlar, Amerika’daki yeni yerleşimlerine genel
kullanılan Sardis adını vererek vefa örneği göstermişlerdir. Muhtemelen bir
Amerikan kenti olan Philedelphia’yı da, Antik Çağ’daki adaşı günümüz
Alaşehir’inden göçen Yahudi cemaati kurmuştur.
Yukarıda
andığımız Amerikan Yahudilerinin büyük bir bölümü, Sardes Sepherad
Sinagogu’nun, 1965 / 75 yılları arasında yapılan restorasyonuna ciddi maddi
destek sağlamışlardır. İsim listelerini gösteren pano günümüzde Sardes
Sinagogu’nun, ‘Havuzlu Avlu’ diye anılan bölümün doğu iç duvarında yer
almaktadır.
Sardes (Sepharad) Sinagogu, günümüzde Gymnasium
alanı içinde ziyaretçilerini beklemektedir.
SONUÇ:
Salihli’nin
hemen yakınında yer alan Lidya Krallığı’nın başkenti Sardes, hem tarihsel hem
de kültürel açıdan sırlarının keşfedilmesini bekleyen belki de dünyanın en
önemli ören yerlerinden biridir. Ne yazık ki günümüze kadar yeterli araştırması
ve tanıtımı yapılamamıştır.
Lidya
ve Sardes hakkında sadece; paranın icat edildiği yer ve son kralları Croesos
(Karun) için söylenen “Karun Kadar Zengin” deyişinden başka bir şey
bilinmemektedir. Oysa paranın icadı, domino etkisi yaratmış ve bu bilge ulus pek
çok yeniliğe imza atmıştır.
Gezginler,
Anadolu’nun birçok yerinde Hitit, Roma benzeri yer ve eserlerinde görebilirler
ancak Lidya ile ilgili kalıntı ve kültürü sadece Sardes/Salihli’de
bulabilirler.
Şu andan
itibaren, en kısa sürede bir “Lidya
Sardes Araştırmaları Merkezi” kurularak hayata geçirilmeli, ulaşılan bilgi
ve bulgular herkes ile paylaşılmalıdır. Bu kapsamda atılacak her adım; son
yıllarda kıpırdanmaya başlayan bölge turizminin hızla gelişmesi, yörenin dünya çapında
tanınmasına ve ziyaretçi sayısının artması anlamına gelecektir. Sonuçta
insanlık, ataları hakkında yeni bilgiler edinirken, yöre halkı yeni istihdam imkânlarına
kavuşacaktır. Kültürel ve maddi zenginlik tekrar evine dönecek, antik çağda
olduğu gibi günümüzde de Sardes / Salihli’de yaşamını sürdürecektir.
KAYNAKÇA:
1. Josephus Flavius, “Jewish Antiquities” Yahudilerin eski eserleri
2. Frank Moore, Sardis Harvard İlahiyat İnceleme, 95,1 (2002) 3 - 19 gelen
İbranice yazıtlar
3. Kroll, John H. Sardis Sinagogu Yunan yazıtları. Harvard İlahiyat İnceleme, 94,1 (2001) 5 - 127
4. Magness, Jodi. Nümismatik Kanıt Işığında Sardis Sinagogu Tarihi. Arkeoloji, 109:3 American Journal (Temmuz 2005) 443 - 475
5. Seager, Andrew R. Sardis
Sinagogu Binası Tarihi. Arkeoloji, 76, American Journal
(1972) 425 - 35
7. Hexter
J.H. The Judaeo - Christian Tradition,
New Haven - London 1995
8. Unterman Alan. Dictionary of the
Jewish Lore and Legend, London 1997, “diaspora” maddesi s.62; “Josephus
Flavius” maddesi s.106.
9. PR. Trebilco, Jewish Communities in Aisa
Minor, Wiltshire 1994.
İnci Türkoğlu,
Sanat Tarihçisi, Profesyonel
Turizm Rehberi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder