22 Kasım 2013 Cuma

SEFERAD SARDES'DİR

Salihli Kaymakamlığı ve Belediyesi tarafından geçen Nisan ayında yapılan SALİHLİ SEMPOZYUMU'nun bildiriler,i  3 cilt kitap haline getirildi.
 Sempozyumda, Sardes Sinagogu hakkında sunum yapan araştırmacı yazar Mustafa Uçar'ın bildirisini aşağıda yayınlıyoruz:

 SARDES (SEFERAD) SİNAGOGU

Giriş:

Küllerinden Salihli’nin doğduğu söylenen, Lidya Krallığı’nın başkenti Sardes, günümüzde İnanç Turizminin önemli duraklarından biridir. Hıristiyan cemaati tarafından “İncil’de adı geçen yedi kiliseden biri" olarak kabul görür; Artemis Tapınağı’nın güneydoğu köşesinde bulunan tuğladan yapılmış Şapel ziyaret edilir. 

Yaklaşık bin yıl süre ile Sardes, Fener Patrikhanesi’ne bağlı Piskoposluk Merkezi durumunda kalır; 1391 yılında Patrikhanenin emri ile Sardes Metropolithanesi tüm varlıkları ile Philadelphia yani Alaşehir Metropolitliği’ne devredilir. Kısaca dile getirdiğimiz bu tarihsel öykü dünyaca bilinir.
 Oysa Sardes, İnanç Turizmi yönünden, Yahudi (Musevi) cemaati tarafından da büyük öneme sahip olmasına karşın bu yönü pek fazla bilinmez. Bu araştırmamızda sizlere Sardes’in Yahudi cemaati açısından ne kadar önemli bir yer olduğunu açıklamaya çalışacağım.
Bugün Sardes örenyeri gezi alanlarından birinde yer alan Gymnasium bileşik yapısının güney bölümünde bir sinagog (synagogue) yer almaktadır.  Kudüs’teki Süleyman ve Suriye topraklarında bulunan Dura Europos sinagoglarından sonra inşa edilen dünyanın üçüncü havrası Sardes Sinagogu; ilk Yahudi tapınaklarından biri olması açısından ciddi öneme sahiptir. Ancak bu sinagog Yahudi Cemaati için bir başka açıdan daha önemlidir: Yahudiliğin Seferad (Sepherad) kolu burada doğmuştur.
 Aslında, araştırmacılar arasında, Sepherad’ın neresi olduğu konusunda çelişkili söylemler vardır; kesin yeri hâlâ tartışılmaktadır. 



      1.      SARDES SEPHARAD’TIR

Alaşehir doğumlu, tarihçi Ioannis Lydusa, tarihçi Xantos’tan aktarıldığı öne sürülen bilgilere göre; Helen yazımında “Sardeis” ya da “Sardis” diye belirtilen kentin adını Lidyalılar, kendi dilleri olan Lidçe’de “Yıl / Sene” anlamına gelen “Swarda” veya “Sfarda” olarak kullanmaktadır.. 
 Prof. Dr. Bilge Umar, Sfarda adını Swarda olarak kullanır ve anlamını; “… bu sözcük, kentin çok yakınından geçen, Ana Tanrıça ile bağlantılı kutsal  ırmağı işaret ediyor; bunun Luwi’lerdeki adı Smarda yani S(wa)-Ma-(a)rda,  “Kutlu - Ma’nın - ırmağı” adının ortadaki Ma atılarak kullanılmış biçimidir, yıl / sene ile bağlantısı yoktur” şeklinde açıklar. Hitit tabletlerinde kentin adı Sardwana, Mısır hiyerogliflerinde Shardana olarak geçer. 
 Günümüzde Gediz olarak adlandırılan ırmağının antik çağdaki adı “Smarda”dır. Kentin adı Swarda, nehrin adı Smarda; söylem yönünden birbirine çok yakın bu iki isim, doğaldır ki karışıklık yaratıyordu. Paros Adası doğumlu ozan Arkhilochus (Arkilakus)un, İÖ.7.yüzyılda Kral Gyges döneminde yazdığı bir şiirinde şehrin adı ilk kez “Sardes” olarak kullanmış, halk tarafından beğenilen isim, bir anlamda kent ile ırmak adının karışmasını engellemek üzere kullanıma girmiştir.
 Sardes’in, Lidya ve Pers dillerinde “Sfard” olarak geçen adı, Yahudilerin kullandığı Arami ve Semetik şekli ile eski Ahit’te (Obadya 20), “Sepharad” olarak geçer.
 İÖ. 586-538 yılları arası ilk diaspora olarak bilinen Babil sürgünlerinden bir bölümünün, İÖ. 212-204 yılları arası buraya getirilmeleri ile Sardes’de oluşan yeni kolunun kendilerini  “Seferad” olarak tanımlamasından daha doğal bir şey düşünülemez.

1.      YAHUDİLER VE İLK TAPINAK; SÜLEYMAN SİNAGOGU

Yahudi cemaatinin, Anadolu kültürüne katkısı yadsınamaz. Peki, Yahudi cemaati Anadolu’ya ne zaman gelmiştir? Bu konuyu daha iyi kavrayabilme açısından, Museviler hakkında çalışma yapan İnci Türkoğlu’nun2 Hexter’den aktarımı ile Yahudi tarihine kısa bir göz atmamız gerekiyor:
 “Hz. İbrahim’in oğlu İshak’ın oğullarından Yakup’un adı, Tanrı tarafından İsrail olarak değiştirilir. İsrail ve ailesi Kenan ülkesinde yaşarken üvey kardeşleri bir gün, babalarının gözdesi olan kardeşleri Yusuf’u köle tüccarlarına satar. Yusuf, köle olarak geldiği Mısır’da firavunun danışmanlığına kadar yükselir. Bulunduğu konumun refahından faydalanmaları için ailesini de Mısır’a getirtir.   İsrailoğulları, Mısır’da bir süre mutluluk içinde yaşar. Ancak zaman ilerler ve Yusuf’u tanımayan bir firavun başa gelir ve İsrailoğulları köle durumuna düşer. Ne var ki bu kölelik Hz. Musa’nın önderliğinde Kızıldeniz’i yararak geçmelerine kadar sürer.
 Hz. Musa Sina Dağı’nda Tanrı’dan ‘On Emir”i alır ve İsrailoğullarını vaat edilmiş topraklara getirir. Tanrı’nın yeryüzünü ve ilk insani yaratmasından buraya kadar geçen öyküler Eski Ahit (Tevrat ve Zebur)’in ilk yedi kitabında anlatılmaktadır”(Hexter 1995, 9-11).

İsrailoğullarının bundan sonraki öyküleri, gerçek ve efsane karışımı olarak Eski Ahit’in Samuel, Krallar ve Tarihler kitaplarında anlatılır.

  Biz, Hexter ile devam edelim:

 “Davut’un yerine geçen oğlu Süleyman, kırk yıllık iktidarı sırasında, Hz. Musa’nın doğrudan Tanrı’dan aldığı ve üzerinde On Emir’in yazılı bulunduğu taş tabletlerin saklandığı sandık için büyük bir tapınak yaptırır. İÖ. 933 civarında Süleyman’ın ölümüyle krallık ikiye bölünür: kuzeydeki Ephraim ve güneydeki Iudah. Bu iki küçük krallık izleyen asırlarda birbirleriyle ve çevre krallıklarla mücadele ederken, doğuda da büyük bir krallık gücünü göstermeye başlar: Asurlular.
 Önce Asurlulara Komutan olan sonra da isyanlarda başarısızlığa uğrayan Ephraim ve başkenti Samaria (Samiriye), İÖ. 722′de yakılıp yıkılır. Daha küçük olması ve politik öneminin azlığı nedeniyle daha uzun süre yaşamını sürdüren güneydeki Iudah da Asur kralı Nebukhadnezzar tarafından İÖ. 586′da başkenti Yerusalim (jerusalem) ve Süleyman Tapınağı ile birlikte tahrip edilir ve halkı Babil’e sürgün edilir” (Hexter3 1995, 11-15).
 Babil’de ve diğer ülkelerde sürgünde yaşayan İsrailoğullarının bir kısmı İÖ. 538′de ülkelerine geri döner. Geri dönmeyenler bulundukları ülkelerde yaşamlarını sürdürürler. Babil sürgünü dönüşü İsrailoğulları, Zerubbabel’in önderliğinde Süleyman Tapınağı’nı yeniden inşaa etmişlerdir.
 “İsrailoğullarının İsrail dışında yaşadığı topraklara genel olarak diaspora” denir. Yunanca kökenli bu sözcük  “dağılma / yayılma” anlamında olup içerik açısından daha çok Yunan kümelerine yakındır. Hâlbuki Eski Ahit’te kullanılan İbranice “galut” sözcüğü “sürgün” anlamındadır. Diasporada yaşayan İsrailoğullarında her zaman bir “sürgün” hissi / ruhu varolmuştur” (Unterman4 1997, 62; Ishrai 1997, 55).
 Süleyman Tapınağı, İS. 70 yılında, tarihçi Iosephus’un liderliğindeki 1. Yahudi Ayaklanmasının, Vespasianus komutasındaki Romalılar tarafından bastırılması sırasında tahrip edilmiştir. Daha sonra çıkan 2. Yahudi Ayaklanması (Bar Kohba Ayaklanması, İS.132) da Romalılar tarafından bastırılmış ve Yahudilerin Yerusalim’e girişleri yasaklanmıştır (İS. 135).
 Yahudi tarihinin dönüm noktası burasıdır. İS. 135 yılından sonra İmparatorluğun çeşitli bölgelerine göç etmek zorunda kalan Yahudilerin durumu, Roma’nın Hristiyanlığı kabulünden sonra daha da zorlaştı. Tahmin edileceği gibi Hristiyanlar (Katolikler), Yahudileri İsa’yı öldürdüğü ya da öldürttüğü inancı yüzünden sevmiyorlardı. Ayrıca, Katolikler İsa’nın, Yahudilerin asırlardır bekledikleri, Yahudi dini metinlerinde anlatılan Mesih olduğuna inanıyorlar; Yahudiler ise İsa’yı Mesih olarak kabul etmiyorlardı.
 Süleyman Tapınağı’nın yer aldığı tepede şimdi Mescid-i Aksa ve Kubbetü’s-Sahra yer almaktadır. Tapınaktan günümüze, “Ağlama Duvarı” olarak bilinen batı temel duvarı ulaşmıştır.

2.      İKİNCİ TAPINAK; DURA EUROPOS SİNAGOGU

İÖ. 303 yılında, Büyük İskender'in haleflerinden 1. Selevkos Nicator, günümüz Suriye topraklarında yer alan Dura Europos kentini kurdu. Dura, Dicle Nehri üzerinde iki büyük askeri merkez olan Apamea ve Seleukia arasındaki erişim güzergâhı üzerinde bir savunma ağırlık merkezi oluşturdu. Tipik ızgara planlı şehir için Europos adı Seleukus'un Makedonya'daki doğum yerine atfen konuldu. Önemli bir kavşak üzerindeki konumu ve ordusunda yer alan değişik kökenli insanlar sayesinde kozmopolit bir şehir oluştu: putperestler, Yahudiler yan yana burada yaşadı.
 1920 Nisanında bir İngiliz araştırma ekibi, Dura'daki ilk kalıntıları tesadüfen ortaya çıkardığında, kimse bu buluntunun erken Hıristiyan ve Yahudi sanatı üzerine yeni bir bakış açısı sağlayacağını ummuyordu. Dura kalıntıları sadece doğu ve batı arasında kültürel, siyasi ve askeri etkiler arasında çizilmiş mücadelede oynadığı rolü göstermekle kalmıyor, Hıristiyan ve Yahudi gelenekleri erken dönem sanatı üzerine umulmadık bir ışık tutuyordu.
 Paganlara ve Yahudilere ait dini yapılar çöl kumunun altından çıkarıldı. Bunlardan biri de dünyanın ikinci sinagogu olan Dura Europos’tır.
 Dura Europos, 256 - 257 yıllarında Sasani kuşatmasına uğramış, şehrin savunulması sırasında güçlü bir kale yapmak için Sinagog ve civarındaki binalar kumla doldurulmuştur. Bu saldırıdan sonra şehir tamamen terk edilmiş ve 1920 yılına kadar kumların altında gözden kaybolmuştur. 

3.      YAHUDİLERİN ANADOLU’YA GELİŞLERİ

Yahudilerin bir başka diasporaları Anadolu olmuştur ancak ilk gelişleri hakkında çeşitli görüşler vardır. Anadolu’ya ilk Yahudilerin ne zaman geldiği tam olarak bilinmemekle birlikte; bazı araştırmacılara göre, Babil sürgünü (İÖ. 586 – 538) sırasında geldikleri öne sürülmektedir (Seager5 1981, 178; A. Thomas Kraabel, "Impact of the Discovery of the Sardis Synagogue" 1983, 178 - 79). Bu iddianın ayrıca, “Yuda ve Yerusalim’in insanlarını, kendi ülkelerinin sınırlarından uzaklaştırarak, Yunanlılara sattınız.” (Yoel 3.6) ayeti ile desteklendiği söylenmektedir. 
 Eski Ahit’te yer alan “Ve bu ordudaki İsrailoğulları sürgünleri Zarephath’a kadar Fenike’yi mülk edinecekler ve Sepharad’da olan Yerusalim’in sürgünleri Negeb kentlerini mülk edinecekler.” (Obadya 20) ayetinde adı geçen Sepharad’ın yukarıda anlattığımız Arami ve Semetik dillerinde Sardes’i işaret ettiği açıktır.
 Musevi tarihçi Iosephus’a6 göre; ”Büyük İskender Yerusalim’e ulaştığında, Yahudilere atalarının geleneklerine uygun ibadet özgürlüğü tanımış ve aynı koşulları Babil ve Med ülkesindeki Yahudilere de tanıyacağına dair söz vermiştir “ (Antiquities XI, 336 - 39).
 Iosephus, Yahudi halkı için Büyük İskender’in ardıllarının da aynı özgürlüğü tanıdığını ifade eder ve Seleukos Kralı III. Antiokhos’a atfettiği üç belgeden söz eder. Bu üç belgeden sonuncusu, Antiokhos’un, İÖ. 212 – 205 / 4 arası doğuda seferde iken Lydia Valisi Zeuxis’e yazdığı bir mektuptur: “... Lydia ve Phrygia’daki halkların isyanda olduğunu öğrendiğim zaman, bu durumun benim tarafımdan ciddi şekilde ele alınması gerektiğini düşündüm ve ne yapılması gerektiği konusunda dostlarıma danıştıktan sonra, Mezopotamya ve Babil’den iki bin Yahudi aileyi eşyalarıyla birlikte kalelere ve en önemli yerlere yerleştirmeye karar verdim. Çünkü Yahudilerin, Tanrılarına olan saygı / dindarlıklarından dolayı bizim çıkarlarımızı da iyi koruyacaklarına kanaat getirdim ve atalarımın, onların kendilerinden isteneni yapmaya istekli oldukları ve inançları konusunda şahadet ettiklerini biliyorum. Bu nedenle, sorun çıkartacak dahi olsa onların nakledilmelerini ve söz vermiş bulunduğum için kendi atalarının yasalarına göre yaşamalarını istiyorum. Onları adı geçen yerlere getirdiğin zaman, her birine ev inşa edebilecekleri bir yer ve ekip biçebilecekleri ve üzüm yetiştirebilecekleri arazi vereceksin ve on yıl süreyle tarım ürünleri vergisinden muaf tutacaksın. Bunun yanı sıra, topraktan ürün alıncaya dek, hizmetlilerini besleyebilmeleri için tahıl verilsin, ayrıca kamu hizmetinde çalışanlara da ihtiyaçlarına yetecek miktarda verilsin ki, böylece bizden gördükleri iyi muamelenin karşılığında bizim çıkarlarımız için daha istekli olsunlar. Onların halkına mümkün olduğunca özen göster ki, başkaları tarafından rahatsız edilmesinler.” (Antiquities XII, 148 - 53).
 Yeni Zelandalı Profesör Trebilco7, yukarıdaki mektubu şöyle yorumlar: “Bu mektuptan anlaşıldığı üzere; 2.000 aile, en az 10.000 kişi anlamına geldiğinden bu nüfus çok sayıda kente yerleştirilmiş olmalıdır; gönderilen aileler Mezopotamya ve Babil’den seçilen asker kökenli ve Seleukoslara sadık Musevilerdi; bu kişiler kendi yasalarını uygulama özerkliğine sahip olacaktı. Bir başka önemli husus da, bu ailelerin diasporanın bir başka yöresinden seçilmesiydi. Bununla muhtemelen yeni yöreye uyum zorluğunun en aza indirgenmesi amaçlanıyordu” (Trebilco 1994, 6).
 Diğer bir önemli arkeolojik bulgu grubu da, yazıtlardan oluşmaktadır. Bulunan seksenden fazla yazıtla Sardes bu konuda ilk sırada yer alır. Ayrıca Phrygia’da Apameia (Dinar) ve çevresi, Akmoneia (Banaz) ve çevresi; Karia’da Aphrodisias, Myndos, Tralles; Lydia’da Deliler (Alaşehir yakınlarında); Ionia’da Smyrna (İzmir), Phokaia (Foça), Miletos (Milet), Pergamon (Bergama), Galatia’da Kayakent, Kalecik; Pisidia’da Sibidunda’da yazıtlar tespit edilmiştir.
 Tüm bu bilgiler bize Musevilerin ilk olarak Babil sürgünü (İÖ. 586 - 538) ile İÖ. 2. yüzyıl arası bir dönemde -Pers egemenliği ile Helenistik Dönemde- Anadolu’ya gelip yerleştiğini gösteriyor. Yani, Anadolu’da Roma egemenliği başladığında ( İÖ. 133) Yahudiler bu topraklarda zaten yaşıyorlardı. Roma döneminde Anadolu’da yerleşik Museviler hakkında Iosephus, Philon, Cicero, Strabon, Yeni Ahit, klasik yazarlar ve Roma fermanları ve benzer kaynaklardan ayrıntılı bilgi edinilebilmektedir.

 4.      SARDES SEPHERAD SİNAGOGU

1962 yılındaki arkeolojik çalışmalar sırasında açığa çıkarılan Sinagog, hem anıtsal boyutları hem de anıtsal bir Roma Hamam-Gymnasium kompleksinin bir parçası olması nedeniyle dikkat çekicidir. Sardes Sinagogu, kazıları izleyen 1962-1975 yılları arasında restore edilmiştir.
 Sinagogun mimari yapısı hakkında en doğru bilgileri, 1964 - 1975 yılları arasında, Sardes Sinagogu’nun restorasyonunda görev yapan Mimarlık Profesörü Andrew R. Seager’den öğrenelim: “Doğu-batı yönlü yapı bugünkü haliyle iki ana bölümden oluşmaktadır: doğudaki ön avlu ve batıdaki ana mekân. Doğudaki ön avluya hem doğusundaki bir sütunlu caddeden hem de güneyindeki dükkânların arasından giriş vardır. Peristylin köşelerinde yer alan yürek motifi kesitli çifte sütunlar arasında kuzeyde ve güneyde üçer, doğuda ve batıda ikişer sütun bulunmaktadır. İonik düzendeki bu sütunların ortasında, aslı Manisa Müzesi’nde korunan volütlü krater biçiminde bir çeşme / Vazo yer alır. Çevre koridoru mozaik döşelidir, mozaiklerin içinde binanın yapımında maddi destek sağlayanların isimleri işlenmiştir.  Avlunun duvarları önceleri sıva / stuko kaplıyken bir tadilat sırasında mermer levhalarla kaplanmıştır.  Üst seviyede ise alçak kabartma olarak bir kemerleme kompozisyonu yer alır.   Kemer köşelerinde vazo ve güvercin tasvirleri görülür. Örgüsünün çevre duvarlarınınkinden farklı olması nedeniyle batı duvarının sonradan örülerek bu şekilde bir bölümlenme oluşturulduğu anlaşılmaktadır“ (Seager 1983, 168 - 69).


 Batıdaki ana mekâna üç kapıyla geçilir. 18 x 54 m ebatlarındaki ana mekânın girişleri arasındaki iki duvar parçasının ana mekân tarafında, basamaklı platform üzerinde üçgen alınlıklı birer edikül yer alır. Bunlardan güneydekinde dolap ya da sandık şeklinde bir Torah saklama yeri bulunduğu düşünülmektedir. Ana mekân, güney ve kuzey duvarların hemen yakınında bulunan altışar paye ile bazilikam bir sema izlenimi vermektedir ancak yapıda üstte galeri katı varlığını gösteren bir bulgu ele geçmemiştir. Ana mekânın üst örtüsünün ne şekilde olduğu da bilinmemektedir. Ana mekânın ortasında zeminde dört adet küçük mermer plaka çıkıntı yapar.   Bunların bir bima ya da dört destekli bir baldaken unsuru taşıdığı düşünülmektedir. Ana mekânın batısında yarım daire şeklinde bir apsis yer alır.  Bu apsisteki mermer kaplı basamaklar sinagogun büyüklerine ayrılmıştı. Kazılarda bu basamakların önünde templon benzeri bir korkuluğun bulunduğu anlaşılmıştır. Batıdan birinci payelerin arasında devşirme malzemeden bir mermer masa yer alır.   Masanın yan destekleri kartal kabartmalarına sahiptir. Ayrıca masanın kuzey ve güney yanlarında sırt sırta vermiş birer çift aslan heykeli görülür.  Bunlar da muhtemelen Arkaik döneme ait bir Kybele Tapınağı’ndan devşirilmiş olmalıdır. Bu masanın batısında zeminin mermer döşeli olması Torah okuyucusunun bu tarafta durduğu ve yönünü Kudüs’e ve cemaate dönerek okuduğunu göstermektedir. Ana mekânın zemini ve batıdaki apsisin önündeki yarım daire zemin mozaik döşelidir.  İlk inşaatta zeminin mermer döşeli olduğu anlaşılmıştır (Seager 1972, 428).
 Panolar halinde düzenlenmiş olan mozaikler, payelerle ayrımlanan dikdörtgen bölümlere uyar. Çoğunlukla geometrik kompozisyonlar görülür. Apsisin yarım daire zemininde ise bir kaptan çıkarak kıvrılan asma dalları görülür. Orijinalde duvarların alt kısımları mermer levhalarla kaplıydı. Üst kısımlarda ise duvar payeleri arasına yerleştirilmiş, renkli mermer - taş kakma panolarda da geometrik motifler dikkati çeker. Korinth başlıklı duvar payesi başlıklarının üst hizasında kitabeler yer alır. Ayrıca hem avluda hem de ana mekânın mozaik zemininde tabula ansatalar içinde yazıtlar mevcuttur. Bu yazıtların çoğu verilen bağış sözlerinin yerine getirilmesiyle ilgilidir. Ve yine bu yazıtlardan Sardis halkının bir parçası olan Musevi cemaatinin, çok iyi konumda yaşadığı ve birçok ayrıcalıklara sahip olduğu ve cemaat üyelerinin Sardis vatandaşı olmaktan gurur duyduğu anlaşılmaktadır (Seager 1983, 169 - 71).
 Seager, ana binanın tanımını yaptıktan sonra burada ortaya çıkan objeler ve binanın dışındaki buluntulardan da söz eder;
 Kazıda ele geçen küçük buluntular arasında güneydeki edikülün önünde bulunan menora tasvirli kırık bir levha, pişmiş topraktan bir kandil ve mermer bir menora parçası dikkat çekicidir. İS. 17 yılındaki depremden sonra gerçek zeminden daha yukarıda anıtsal bir platform üzerine inşa edilen hamam -  Gymnasium kompleksinin batıdan doğuya doğru İS. 166 civarında tamamlandığı ve sinagogun yer aldığı kısmın en baştan itibaren dört inşa evresi geçirdiği yapılan kazılardan anlaşılmaktadır. Kazılar sırasında yapının temellerinin gerçek derinliği saptanamamıştır (Seager 1972, 428 - 30).
 Yapının hangi aşamada ve tarihte Yahudilere geçtiği ise bilinmemektedir. Ancak mozaik zemin çeşitli onarımlarla 3. ve 4. yüzyıllara tarihlenmektedir.  Yapı, Sardis kentiyle birlikte 614 / 16 yıllarındaki Sasani akınları sırasında tahrip olmuş bir daha kullanılmamıştır (Seager 1983, 172 - 73).
 Sardes Sinagogu’nun, Tel Aviv’de bulunan “Bet Hatefutsoth” diaspora müzesinde, yukarıdaki verilere göre yapılmış maketleri sergilenmektedir.
 Seager’in de sözünü ettiği gibi İS. 614 / 16 yıllarında, Sasanilerin kenti tahrip etmeleri sonucu ve yeni ticaret güzergâhı İpek Yolu’nun açılışı ile Kral Yolu’nun önemi kalmayınca ticaretin zayıfladığı, geçim sıkıntısının arttığı bu tarihten sonra Sepharad (Sardes) Yahudileri, batıya doğru göçe başlamıştır. Bu göç, karşılarına Atlantik Okyanusu çıkana kadar devam etmiştir. Yaklaşık 850 yıl Avrupa’nın çeşitli yerlerinde, özellikle İspanya’da yaşadıklarından; daha önceki yaşam alanları olan Seferad’ı, oradaki yaşamlarını, birçoğunun unutması normaldir.
 Kastilya ve Leon Kraliçesi I. Isabel ile Aragon Kralı II. Ferdinand tarafından 31 Mart 1492'de Elhamra Sarayı'nda imzalanarak ilan edilen ve İspanya'da yaşayan Yahudilerin kovulması kararı ile yaklaşık beşyüzbin Yahudi Osmanlı’ya sığınmış, bir anlamda Anadolu’ya geri dönmüşlerdir.
 Bir kısmı da koloniler halinde yeni keşfedilen Amerika kıtasına geçmiş ve orada eski kültürlerini taşıyan yeni yerleşimler kurmuşlardır. Bugün Amerika Birleşik Devletleri’nde, Oklahama ve Alabama eyaletlerinde iki Sardis kasabası, çevrelerinde Sardis Gölü, Irmağı ve Barajı vardır. Sepherad’tan giden Yahudiler ilk yola çıktıkları kenti unutmamışlar, Amerika’daki yeni yerleşimlerine genel kullanılan Sardis adını vererek vefa örneği göstermişlerdir. Muhtemelen bir Amerikan kenti olan Philedelphia’yı da, Antik Çağ’daki adaşı günümüz Alaşehir’inden göçen Yahudi cemaati kurmuştur.
  Yukarıda andığımız Amerikan Yahudilerinin büyük bir bölümü, Sardes Sepherad Sinagogu’nun, 1965 / 75 yılları arasında yapılan restorasyonuna ciddi maddi destek sağlamışlardır. İsim listelerini gösteren pano günümüzde Sardes Sinagogu’nun, ‘Havuzlu Avlu’ diye anılan bölümün doğu iç duvarında yer almaktadır.
 Sardes (Sepharad) Sinagogu, günümüzde Gymnasium alanı içinde ziyaretçilerini beklemektedir.

 SONUÇ:

Salihli’nin hemen yakınında yer alan Lidya Krallığı’nın başkenti Sardes, hem tarihsel hem de kültürel açıdan sırlarının keşfedilmesini bekleyen belki de dünyanın en önemli ören yerlerinden biridir. Ne yazık ki günümüze kadar yeterli araştırması ve tanıtımı yapılamamıştır.
 Lidya ve Sardes hakkında sadece; paranın icat edildiği yer ve son kralları Croesos (Karun) için söylenen “Karun Kadar Zengin” deyişinden başka bir şey bilinmemektedir. Oysa paranın icadı, domino etkisi yaratmış ve bu bilge ulus pek çok yeniliğe imza atmıştır.
 Gezginler, Anadolu’nun birçok yerinde Hitit, Roma benzeri yer ve eserlerinde görebilirler ancak Lidya ile ilgili kalıntı ve kültürü sadece Sardes/Salihli’de bulabilirler.
 Şu andan itibaren, en kısa sürede bir “Lidya Sardes Araştırmaları Merkezi” kurularak hayata geçirilmeli, ulaşılan bilgi ve bulgular herkes ile paylaşılmalıdır. Bu kapsamda atılacak her adım; son yıllarda kıpırdanmaya başlayan bölge turizminin hızla gelişmesi, yörenin dünya çapında tanınmasına ve ziyaretçi sayısının artması anlamına gelecektir. Sonuçta insanlık, ataları hakkında yeni bilgiler edinirken, yöre halkı yeni istihdam imkânlarına kavuşacaktır. Kültürel ve maddi zenginlik tekrar evine dönecek, antik çağda olduğu gibi günümüzde de Sardes / Salihli’de yaşamını sürdürecektir.




 KAYNAKÇA:

1. Josephus Flavius,  “Jewish Antiquities” Yahudilerin eski eserleri
2. Frank Moore, Sardis Harvard İlahiyat İnceleme, 95,1 (2002) 3 - 19 gelen İbranice yazıtlar
3. Kroll, John H. Sardis Sinagogu Yunan yazıtları. Harvard İlahiyat İnceleme, 94,1 (2001) 5 - 127
4. Magness, Jodi. Nümismatik Kanıt Işığında Sardis Sinagogu Tarihi. Arkeoloji, 109:3 American Journal (Temmuz 2005) 443 - 475
5. Seager, Andrew R. Sardis Sinagogu Binası Tarihi. Arkeoloji, 76, American Journal (1972) 425 - 35
6. İnci Türkoğlu, http://www.tureb.net/index.php/ Anadolu’da Museviler üzerine  bir çalışması  
7. Hexter J.H.  The Judaeo - Christian Tradition, New Haven - London 1995
8. Unterman Alan. Dictionary of the Jewish Lore and Legend, London 1997, “diaspora” maddesi s.62; “Josephus Flavius” maddesi s.106.
9. PR. Trebilco, Jewish Communities in Aisa Minor, Wiltshire 1994.



2 İnci Türkoğlu, Sanat Tarihçisi, Profesyonel Turizm Rehberi  
3 Jack H. Hexter (Mayıs 25, 1910 - Aralık 8, 1996)   Amerikan tarihçisi
4 Dr Alan Unterman Manchester Üniversitesi’nde Karşılaştırmalı Dinler konusunda Öğretim Üyesidir.
5  ANDREW R. Seager, Ball State Üniversitesi Mimarlık Profesörü ve Mimarlık ve Planlama tarihi çizimler arşivleri direktörü

6 Titus Flavius Josephus sıfatıyla Roma vatandaşı, I. yüzyıl Yahudi tarihçi
7 Paul Trebilco,   Canterbury Üniversitesi'nde Kimya okudu ve daha sonra 1987 yılında İncil üzerine doktorasını tamamlayarak İlahiyat Profesörü oldu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder