Herodot yazdığı tarih kitabında Sardes ile ilgili birçok mitolojik öykü anlatmıştır. Bu fantastik öykülerden bir kaçını sizlerle aşağıda paylaşıyoruz.
ALTIN AKAN PAKTOLOS
Gökyüzü maviden griye dönene kadar kâh ağaçlarla konuşa konuşa, kâh dans ederek ilerlediler. Bölgenin üzümlerinden yapılmış şarapların sonu gelmiyordu.
Lydia'nın dağlarında yorgun düşen yassı burunlu, koca göbekli, çirkin ve yaşlı Silenos, işte yine körkütük sarhoştu. Bir ağacın altına kıvrılıp sızdığında arkadaşları gözden kaybolmuştu bile.
Silenos, sıradan biri değildi; şarap ve dansla özdeşleşen Dionysos alaylarının simgesiydi, Dionysos tanrıyı yetiştirdiği söylenirdi ve en önemlisi akıllı, bilge bir satyr'di*. Yani bedeninin üstü insan, altı teke olan bir doğa cini...
Onu bulan köylüler sıkıca bağlayıp Kral Midas'a götürdüler. Midas onu görür görmez tanıdı, on gün on gece sarayında ağırladı, yedirdi, içirdi. Sonra da tanrının huzuruna getirdi.
Midas'ın Silenos'u himaye etmesine çok sevinen Dionysos, "Dile benden ne dilersen" dedi krala.
Frigya Kralı bir an düşündükten sonra "Her dokunduğum altın olsun" dedi.
Pişman olunca da Dionysos tanrının karşısına çıktı, yalvardı, yakardı. Tanrı ona "Sardes'e git" dedi, "Paktolos Çayı'nın kaynağına çık ve burada ellerinle başını yıka."
Tanrının dediğini yaptı ve bütün efsunundan sıyrıldı.
O gün bugündür Paktolos'un, yani Sart Çayı'nın alüvyonları altın pulları sürüklüyor..
* Satyr: Grek mitolojisinde, Dionysos alayında yer alan ve doğayı simgeleyen cin.
OMPHALE-HERAKLES EFSANESİ (SÖYLENCESİ)
Oikhalia kentinin kralı Eurytos, ok atmakta kimsenin kendisiyle yarışamayacağını iddia eder. Kendisine o denli güvenir ki, ok atmakta kendisini geçecek kişiye biricik kızı Iole'yi vereceğini söyler. Kahramanımız Herakles yarışır kral Eurytos'la. Ve yener kralı ok atmakta. Ne var ki kral sözünde durmaz. Biricik kızını da vermez Herakles'e. Öfkelenen, öfkelenince de gözü hiçbirşeyi görmeyen Herakles, kralın dört oğlundan en çok sevdiği Iphitos'u öldürür.
Herakles, hiçbir suçu olmayan Iphitos'u öldürmenin üzüntüsüne, bu üzüntünün ağırlığına dayanamaz. Tapınağa gidip, bilicilere sorar, bu suçtan arınmak için ne yapması gerektiğini.
Biliciler, kölelik yapacaksin, üç yil, gece gündüz ne derse yapacaksın sana sahip olan kişi, derler. Böyle başlar dokuz kafalı korkunç Lerna ejderini öldüren Herakles'in köleliği. Sahibi güzel Lidya kraliçesi dul Omphale ne derse yapar. Söylenceler, bu köleliğin Herakles'i pek üzmediğini, tam tersine bu zaman dilimi içinde çok güzel günler geçirdiğini, ondan sonraki yaşamında Lidya'nin başkenti Sardes'te geçen günlerini özlemle andığını söylerler.
Biliciler, kölelik yapacaksin, üç yil, gece gündüz ne derse yapacaksın sana sahip olan kişi, derler. Böyle başlar dokuz kafalı korkunç Lerna ejderini öldüren Herakles'in köleliği. Sahibi güzel Lidya kraliçesi dul Omphale ne derse yapar. Söylenceler, bu köleliğin Herakles'i pek üzmediğini, tam tersine bu zaman dilimi içinde çok güzel günler geçirdiğini, ondan sonraki yaşamında Lidya'nin başkenti Sardes'te geçen günlerini özlemle andığını söylerler.
Herakles, oturur kraliçenin dizi dibinde. Günleri, geceleri birlikte geçer; hep gözgöze, dizdize. Kadın elbiseleri giyer, Herakles. Hem de gözalıcı renklerde. İp büker, gergef işler kraliçeyle birlikte. Kırlara çıkarlar, Bozdağ'in kekik, nane ve hayıt kokulu koyaklarına. Çevresini zakkumların süslediği, suyunda, kumunda altın pırıltılar saklayan Sartçayı'nda yıkanıp, serinlerler Omphale, kraliçe de olsa, önünde sonunda bir kadındır, hem de güzel bir kadın. Herakles, köle de olsa, bir erkektir, hem de güçlü kuvvetli bir erkek. Ve severler birbirlerini.
Sardes'in üzerinde yükselen Bozdağ unutulmaz bir aşka tanık olur. Bugün bile Bozdağ'in tepelerinden gümüş bir yaban keçisinin sekerek inmesini andırırcasına küçük şelaleler oluşturarak akan Sartçayi'nin "Herakles, Herakles diye; kıyısındaki zakkum ve hayıtların ise, 'Omphale, Omphale' diye bağırdığı söylenir...
CANDAULES – GYGES VE KARISI SÖYLENCESİ
“Kral Candaules karısına sapkınlık derecesinde sevdalıydı, dünyanın en güzel kadınının kendi karısı olduğunu sanıyordu.
Candaules, bir gün koruması ve sırdaşı Gyges’e şöyle dedi:
“ Gyges karımın ne kadar güzel olduğunu söylediğim zaman pek inanır gibi görünmüyorsun, o halde onu bir de çıplak gör.”
Gyges hemen karşı koydu:
”Efendim dedi, ne yakışıksız bir şey yapmamı istiyorsunuz. Efendimin karısı çıplak seyretmek olur mu? Bir kadın üstünü çıkardımı ahlakından soyunmuş olur. İnsanoğlunun namus kurallarını bulmasından bu yana çok zaman geçmiştir, bunlardan öğrenilmesi gereken bir tanesi de ‘ yalnız senin olana bak’ şeklindedir. Tüm kadınlar arasıda en güzel olanın senin karın olduğuna inanıyorum ve yalvarırım, benden bu kadar ağır bir suç işlememi isteme.”
Candaules, Gyges’in yalvarmalarına kulak asmaz; gizlice yatak odasına alır. Karısının soyunmasından sonra odadan çıkıp gitmesini emreder. Ancak karısı soyunurken, Gyges’i yatak odasında gizlendiği yerde görür. Bu planı kocasının tertiplemesine içerler ve sesini çıkarmaz.
Kraliçe ertesi günü hizmetçisine Gyges’i çağırmasını söyler. Huzuruna gelen Gyges’e iki yol önerir; Ya kendisi ölecektir ya da Candaules’i öldürecek, hem kendisine hem de taht’a sahip olacaktır.
Gyges doğal olarak ikinci öneriyi kabul eder.
Kraliçe, kralın aynı teklifi yaptığında Gyges’in kabul etmesini, sonra saklandığı yerden çıkıp kocasını öldürmesini söyler.
Candaules ise fantezisini yineler, yatakta uyumaya başlayınca karısı yataktan kalkar ve Gyges’in eline bir hançer verir. Gyges, Kral Candaules’i öldürür ve Heraklid hanedanına son verir.”
Kralın bu fantezisi günümüz Tıp bilimi yazımlarına “Candaulizm sapkınlığı” olarak geçmiştir.
CROESOS VE SOLON SÖYLENCESİ
“Şahin krallar döneminin sonlarında Sardes zenginliğin doruğuna çıkmıştır. Bu dönemde çağın tüm bilginleri, siyaset adamları, seçkinleri Sardes'i ziyaret edip Croesos’la görüşüyorlardı.
Atina'da yaptığı yasaların değişmezliğini şart koşan Solon* da yasalarının değişmemesini güvence altına almak amacı ile bir süre Atina'dan ayrılmağa karar verince on yıllık bir geziye çıkar ve bu arada Sardes'i de ziyaret eder.
Croesos, dillere destan konukseverliği ile Solon'u karşılar ve ağırlar. Birkaç gün sonra, gelişinin üç veya dördüncü günü, sarayının ünlü ve görkemli hazinelerini gezdirir.
Croesos, dillere destan konukseverliği ile Solon'u karşılar ve ağırlar. Birkaç gün sonra, gelişinin üç veya dördüncü günü, sarayının ünlü ve görkemli hazinelerini gezdirir.
Sardes'i, sarayını ve yaşamını mümkün olduğunca abartarak gösterdikten sonra Solon'a sorar:
’Atinalı dostum! Bilgeliğiniz ve bilgileriniz konusunda çok şey duydum. Çok gezdiğinizi de biliyorum. Onun için size bir soru soracağım. Dünyada gördüğünüz en mutlu insan kimdir?’
Solon, bu soruya duraksamadan yanıt verir:
‘Atina’lı Tellus adında bir adam!’
Croesos aldığı yanıt karşısında şaşırır ve ‘Neden?’ diye sorar:
Solon, ‘İki nedenden, birincisi; yaşadığı zaman zengindi ve iyi yetişmiş oğulları vardı; ikincisi iyi bir hayat yaşadıktan sonra şanlı bir şekilde öldü’ der.
Croesos, bunun üzerine ikinci mutlu adamı merak eder. Solon yine Croesos’un beklediği yanıtı vermez:
‘Argos'lu iki genç adam,’ der.
‘Adları Kleobis ve Biton'du. İyi gelirleri vardı. Atletizmde şöhrete kavuşmuşlardı. Argoslular Hera festivalini kutlarken, annelerini de öküz arabası ile götüreceklerdi. Öküzlerin tarladan gelmesi gecikince kendilerini annelerinin arabasına koştular, altı kilometre uzaklıktaki tapınağa kadar annelerinin arabasını çektiler.
Tapınağın önünde toplananlar onları ve annelerini coşkuyla kutladılar. Kutlamadan sonra iki genç tapınakta uyuya kaldılar ve bir daha da uyanmadılar. Argoslular onların heykellerini yaptırdılar ve Delphoi’ye gönderdiler.
Croesos, artık dayanamaz almak istediği yanıt için açıkça sorar:
‘Bunların hepsi iyi ama benim mutluluğuma ne dersin? Benim durumum o kadar kötü mü ki beni sözünü ettiğin sıradan kişilerin içinde bile saymadın?’
Solon, bilgeliğine yakışan yanıtı verir:
‘Efendimiz, tanrının varlıklı insanları kıskandığını ve onları rahatsız etmekten hoşlandığını biliriz. Siz bana bir insanın kaderi için soru soruyorsunuz. Öyle ise dinleyin;
Ömür uzayıp gittikçe insan, başka türlü olmasını istediği çok şey görür ve çok acı çeker. İnsanın yaşadığı günlerin hiçbiri diğerine benzemez. Bu yüzden Croesos, hayatın nasıl rastlantılara bağlı olduğunu görüyorsunuz.
Çok zenginsiniz, sayısız uluslara hükmediyorsunuz ama mutluluk içinde öldüğünüzü öğrenene kadar bana sorduğunuz soruya cevap vermem mümkün değil.
Pek çok zengin adam talihsizdir ve yeterli geliri olan adam da şanslıdır. İkincisi iki bakımdan zengin adamdan daha iyi durumdadır.
Ölene kadar mutlu kelimesini kullanmaktan kaçının. O güne kadar mutlu değil talihli bir insansınız. Çünkü mutlu insan, iyi şeylerin çoğuna sahip olan ve bunları sonuna kadar koruyabilen ve sonunda sakin bir şekilde ölen insandır.
Hangi konuda olursa olsun içinden piliç çıkana kadar tüm yumurtaları tavuğun olarak hesaba katma!’”
CROESOS'UN OĞLUNUN ÖLÜMÜ
“Croesos, rüyasında oğlunun başına büyük bir felaket geleceğini gördü.
İki oğlu vardı. Babasının övgüsünü kazanmış çok yönlü büyük oğlu Atys ve adını bile bilmediğimiz, anadan doğma sağır ve dilsiz ikinci oğlu.
Babası rüyasında Atys’in demirden yapılmış bir silahla öleceğini görmüştü. Bu rüyadan sonra orduya komutanlık yapan oğlunu hiçbir savaşa göndermediği gibi, demir silahları depolara kaldırttı.
Atys’i evlendirme hazırlığı yaptığı günlerde saraya, Frigya kral ailesine mensup bir genç geldi.
Ülke yasalarına göre kendisinin adam öldürme suçundan arındırılması için sarayda hizmetkârlık yapması gerekiyordu.
Aynı durumu Omphale ve Herakles olayına da görmüştük.
Croesos, Adrastos isimli bu gencin isteğini geri çevirmedi, onu saraya aldı ve Adrastos, Atys’in yakın dostu oldu.
Bu sırada Misia topraklarındaki Olimpos dağında canavar bir yaban domuzu ekili arazileri talan etmekte ve hiç kimse bu domuzun hakkından gelemiyordu.
Köylüler Kraldan yardım ister. Kral da Adrastos’u bu işle görevlendirir.
Köylüler kraldan oğlu Atys’in bu işle ilgilenmesini istemişlerdi. Ancak kral, oğlunun yeni evlendiğini öne sürerek görev vermekten kaçınır.
Olayı öğrenen Atys, üzülür ve babasına:
‘Bir zamanlar benim büyük bir savaşçı olmamı isterdin. Şimdi ise beni korkaklıkla suçlamasanız bile bu tür uğraşlara katılmama izin vermiyorsunuz. Herkes hakkımda ne düşünecek? Karım ne diyecek? Bir düşünün ve niçin göndermediğinize beni inandırın!’
Bu zor durum karşısında kalan Croesos, oğluna gerçeği anlatamamaktadır ve göndermeye de gönlü razı değildir.
Ancak Atys ısrar edince, rüyasını anlatır ve:
‘ Yaşadığım sürece seni korumaya kararlıyım. Sakat ve zavallı kardeşini hesaba katmadığım için sen benim tek oğlumsun’ der.
‘Karşılaşacağım şey bir yaban domuzudur. Yaban domuzlarının boynuzlarından başka bir silahı yoktur ve boynuz demirden yapılmış bir şey değildir. Bu sıradan bir avdır ve ben gitmekte ısrarlıyım’ der.
Kral bunun üzerine Adrastos’u çağırır, Atys’i ona emanet eder.
Adrastos:
‘Normal bir zamanda ben böyle bir macerada görev almazdım. Şüphe altındaki bir adamın kendinden daha talihli kimselerle birlikte olması doğru değildir. Ancak, ben size minnet borçluyum ve bu borcumu da oğlunuzu koruyarak ödeyeceğim’ der.
Böylece yola çıkarak ava katılırlar.
Av sırasında Adrastos’un attığı mızrak Atys’e isabet eder ve rüyadaki gibi, Atys demir bir silahla ölür.
Bu olaydan sonra adeta yıkılan Croesos, Adrastos’un çektiği üzüntüyü gördü ve tüm acısına rağmen onu bağışladı; ama Adrastos kendini affetmedi ve Atys’in mezarı başında canına kıydı.”
CROESOS’UN YAKILMA SÖYLENCESİ
“Perslerin Sardes’i alması sonucunda Croesos tutsak düşmüş ve Pers kralı Cyrus’un buyruğuyla yakılmak üzere odun yığının üzerine yerleştirilmişti.
Kral ateşin yakılmasını beklerken inlemektedir. Bu sırada “Solon, Solon… Ah! Solon” diye sözler dökülmüştür dudaklarından...
Cyrus merakla ne demek istediğini sormuş
Croesos:
“Bir zamanlar Sardes’e gelip zenginliğimle alay eden bir Atinalı; Gerçek mutluluğun, mutlu bir yaşantıyla değil, mutlu bir sonla ölçülebileceğini söylemişti” diye Solonla arasında geçen öyküyü anlatır.
Bundan çok etkilenen Cyrus, Croesos’un hemen odun yığının üzerinden indirilmesini emretti. Ancak alevler iyice yükseldiğinden, Croesos’a kimse ulaşamıyordu.
Bunun üzerine Pers kralı Cyrus, tanrı Apollon’a seslenerek Croesos’u her yanı sarmış alevlerden kurtarmasını diledi…
İşte o zaman mavi gökyüzünde bir fırtına kopmuş ve şiddetli bir sağanak yağmur ateşi söndürmüştü. “
Herodot’a göre; fırtına tanrısı Apollon, Croesos’un Ephesos’taki kendisi adına yapılmış tapınağı onardığı için bir fırtına koparmış ve ateşi söndürmüştü.
Söz konusu Croesos’un yakılma sahnesi daha sonra Lidyalı sanatçılar tarafından seramik vazolar üzerine resmedilmiştir.
Bir örneği Paris, Louvre müzesindedir.
Söylenceye devam edelim:
“Söyle Croesos, dostum olacağın yerde, ülkeme savaş açarak düşmanım olmaya seni kim zorladı?”
Croesos yanıtlar:
“Seninle savaşmam için Delphoi’deki biliciler ve Hellas tanrıları bana cesaret verdi. Tüm kusur onlarındır. Yoksa kimse barış yerine savaşı seçmek aptallığına düşmez.
Barışta oğullar babalarını, savaşa ise babalar oğullarını gömerler!”
Bu içten davranış ve sözlerden çok etkilenir ve Croesos’un zincirlerini çıkartır, saygı ile yanına oturtur.
Cyrus:
“Siz bir kralsınız ama hem davranışlarınızla hem tavsiyelerinizle bana hizmet ettiniz. Bunun karşılığını vermek isterim, ne dilerseniz dileyin isteğiniz yerine getirilecektir” der.
Croesos:
“Yüce Cyrus, bana taktığınız ve sonra lütfedip çıkardığınız bu zincirleri, izin verirseniz çok saygı duyduğum Hellen mabedi Delphoi’ye gönderip, insanları niçin yanlış yola yönlendirdiklerini öğrenmek isterdim.”
Cyrus, Croesos’un bu isteğini yerine getirir, Zincirler Delphoi’ye, tapınağa gönderilir. Bilicilere sorulur:
“Croesos’u, kral Cyrus’u yeneceğine inandırarak, Persler ülkesine utanmadan niçin saldırttınız?”
Biliciler şu yanıtı verirler:
“Tanrılar da kaderin oyuncağıdırlar. Croesos’un dedelerinin işlediği cinayetin bedelini beşinci kuşak olan Croesos ödemiş olmaktadır.”
Burada biliciler Gyges’in iktidarı ele alış şeklini ve o zaman söylenen kehaneti hatırlatıyorlardı.
Biliciler devam ettiler:
“Tanrılar, Sardes’in düşmesinin Croesos’un değil, oğlunun zamanında olmasını istiyordu. Bu amaçla kader oyalanmaya çalışıldı ama başarılamadı. Ancak Croesos’a üç yıl süre sağlanabilmiştir.
İkinci olarak; Tanrı Croesos’u odun üzeride yanmaktan kurtarmıştır.
Diğer yandan Tanrı ona;’Cyrus’a saldırırsa, güçlü bir imparatorluğun yıkılacağını’ söylemişti. Croesos bunu yanlış anlamışsa tanrıya yeniden sormalıydı.
Gyges zamanından beri devletlerinin bir katır tarafından yıkılacağı biliniyordu, bunda da bir yanlışlık yoktur. Zira Cyrus’un annesi Med’li kral Astyages’in kızıydı, babası ise bir Pers’lidir. Yani iki ayrı soydan geldiği için tanrının katır benzetmesine uymaktadır.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder