28 Ocak 2017 Cumartesi

LİDYA DİLİ EDEBİYATI VE OZAN ALCMAN,



Lidya dili, Hint-Avrupa dil ailesine mensup, Anadolu alt gurubundan Luwice sınıfına sokulmuştur. Nitekim Lykçe, Karca ve Side dilleri de bu guruba ait dillerdir.
Lidya Alfabesi

 Lidçe yüzden fazla yazıtta tespit edilmiştir. Daha çok başken Sardes ve civarında bulunan Lidya diline ait yazıtların hiç birisi İÖ 7.  yüzyıldan daha eski değildir, daha çok İÖ 5. ve 4. yüzyıllara tarihlendirilmektedir.
Araştırmacılara göre, Lidya dili Hellen alfabesine benzeyen harflerle yazılmış olup 26 harfe sahiptir (8 sesli, 18 sessiz). Harflerin yarıdan fazlası yunan alfabesine benzemektedir. Alfabelerindeki harflerin Hellen alfabesine benzerliği bizce Lidya’nın sön dönemine, batılılaşma dönemine rastlar.  
  Lidçe genellikle sağdan sola yazılmıştır.  
Kazılarda tek tük yazılı tablet bulunmaktadır ve araştırmalara devam edilmektedir. Lidya diline yakın bir dille yazılmış olduğu sanılan bir kil tablet bulunmuştur. Bu tablete “Gyges Yazıtı” adı verilmiştir.  
Bir başka gurup araştırmacılara göre ise, Sardes’te bulunan 2 adet Lidçe-Hellence iki adet de Aramca-Lidçe çift dilli yazıtların karşılaştırmalı okunması ile bu dil hakkında bilgi edinilebilmiştir. 
Lidya dili henüz tam olarak çözülememiş, okunamamıştır. Bunun nedeni hem yazıtların birkaç kelimeden oluşması hem de kelimelerin karşılıklarının bilinememesinden kaynaklanmaktadır. 
Kazılarda ortaya çıkacak yeni keşifler yapılana dek Lidya dili ile ilgili tüm incelemeler kabul görmektedir.   
Bilime, Sanata çok önem verilen Lidya sarayında, edebiyatın önemli bir yerinin olmaması düşünülemez. Üstelik Roma kaynaklarında belirtildiği gibi Ezop gibi ünlü bir öykücünün son Kral Karun’un elçiliğini yaptığı bir yerde edebiyatın olmaması hiç düşünülemez. Roma kaynaklarında birkaç Sardes’li ozanın ismi geçmektedir; Alcaeos, Anacreon, Semonides gibi. Ama içlerinden birisi,  Sardes’li, Alcman (Alkman) adında bir ozanın yaşadığı eski Yunan yazarlarınca da kabul görecek kadar önemlidir.
Duvar Bezemesinde Alcman resmi 
Spartalı tarihçi Sosibius’a ( İÖ 200)  göre, Alkman, koro liriğinin ilk temsilcisi, Lydia başkenti Sardes’te doğmuş ( İÖ 600) bir Anadolu ozanıdır. Annesinin adı bilinmemesine rağmen babasının Damas ya da Titarus olduğu sanılmaktadır. Bilinmeyen bir sebepten dolayı Anadolu’dan göçüp Sparta’ya yerleşmiş, şair olarak bütün emeklerini ölümüne kadar (İÖ. 545) burada vermiştir.  
Özellikle Partheneionlar (Müzikli türküler), yerel (Dioskurlar, Artemis Orthia) ve Panhellenik (Apollon, Hera, Aphrodite, Athena, Dionysos) tanrılara ilahiler, kahramanlık şiirleri, Hymenaionlar, Hyporkhemalar yazmıştır.
Bütün bu şiirlerinden çeşitli uzunluklarda aşağı yukarı doksan parça kalmıştır. Bunların en uzunu 1855 yılında bir Mısır papirüsünde bulunmuş ve 1863 yılında yayınlanmış, boşluklarla dolu 105 dizelik bir partheneiondur. Şiiri oluşturan on strophun sekizi günümüze kadar ulaşmıştır.
Mısır kazılarında çıkan Alcman şiiri 

Günümüze kalan bu partheneion (Türkü) birbirinden çok farklı iki bölümden oluşur. Başlangıcı kaybolmuş olan birince bölümde Herakles ile Dioskur’ların, Tyndareos’u tahttan kovdukları için Hippokoon’un oğullarından öç aldıklarını anlatır.
Ayrıca bu hikâyelerden şair insanların güçlerini aşan işlere girişmemeleri gerektiği fikrini savunur ve tanrılar da böyle günahları cezalandırır. Türkünün ikinci bölümünde bambaşka bir konu ele alır: Burada, korodaki Agido adında bir kız övülür. Bu canlı hatta dramatik bölüm türkünün bir efsane anlatan birinci bölümünün tam karşıtıdır. İS 2. yüzyılın sonlarında yaşamış Lidyalı gezgin ve coğrafyacı. Pausanias'a göre, öldülten sonra Sparta'da Truvalı Helen'in yanına gömülmüştür.
 Hellen’li yazarlardan öğrendiğimiz bir şiirinde Ozan Alcman şöyle sesleniyor;

                 “ KAKNEM SES
                 
                Bilirim her kuşun
                Her türküsünü
                Alkman demişler bana.
                Ama sözlerim, türkülerim
               O kaknem sesli kekliğin 
               Diline düşmesin mi? “

O dönemde yaşayan Lesbos, Eresos (bu günkü adı ile Midilli ) adasında doğmuş, Antik yunan lirik şairi, Afrodit kültü rahibesi, Ekol lideri Sappho, Lidyalı ozan Alcman’ın ardından şu dizeleri yazmış;

             ALCMAN

            O hiçbir yere ait değildi
            Biçimsiz ya da kültürsüz değil
            Teselyalı da değil
            Terişelyalı bir çoban da.
           Ama o, yüksek Sardes’li biri.

Yine bizim görüşümüze göre; Kral Gyges döneminde başlayan Hellenleşme, son kral Croesos zamanında daha da hızlanmış bunun sonucunda, zaman içinde kendi öz yerli Lidçe dilini unutarak, Hellence yazıp konuşmaya başlamışlardır. Aksi takdirde kendilerini tarihten silen ve ülkelerinde yaklaşık 200 yıl hüküm süren Pers dilini konuşmaları gerekirdi.

                                                                                     Mustafa UÇAR
                                                                                  Araştırmacı Yazar





                 “ KAKNEM SES
                 
                Bilirim her kuşun
                Her türküsünü
                Alkman demişler bana.
                Ama sözlerim, türkülerim
               O kaknem sesli kekliğin
               Diline düşmesin mi? “

O dönemde yaşayan Lesbos, Eresos (bu günkü adı ile Midilli ) adasında doğmuş, Antik yunan lirik şairi, Afrodit kültü rahibesi, Ekol lideri Sappho, Lidyalı ozan Alcman’ın ardından şu dizeleri yazmış;

             ALCMAN

            O hiçbir yere ait değildi
            Biçimsiz ya da kültürsüz değil
            Teselyalı da değil
            Terişelyalı bir çoban da.
           Ama o, yüksek Sardes’li biri.

Yine bizim görüşümüze göre; Kral Gyges döneminde başlayan Hellenleşme, son kral Croesos zamanında daha da hızlanmış bunun sonucunda, zaman içinde kendi öz yerli Lidçe dilini unutarak, Hellence yazıp konuşmaya başlamışlardır. Aksi takdirde kendilerini tarihten silen ve ülkelerinde yaklaşık 200 yıl hüküm süren Pers dilini konuşmaları gerekirdi.


3 Ocak 2017 Salı

KASABA- SMYRNA DEMİRYOLU (SCR) VE SALİHLİ İÇİN ÖNEMİ


          Araştırmacı Yazar Mustafa Uçar'ın elde ettiği belgeler ışığında Salihli'nin gelişmesinde demiryolu hattının önemli olduğu bir kez daha ortaya çıktı.


Salihli’nin iki Karyeli (Yerleşim Yeri) önemsiz bir köy konumundan çıkıp, gelişmekte olan önemli bir kent durumuna gelmesine sebep olan Demiryolu hattı ile ilgili yeni bir belge buldum. Bu belgede bugüne kadar yanlış bildiğimiz ya da hiç bilmediğimiz yeni bilgiler var,sizinle paylaşıyorum;
      “İzmir-Kasaba (Turgutlu) ve devamı demiryolu hattının yapım yetkisi 4 Temmuz 1863’te Edward Price adında bir İngiliz vatandaşına verilmiş,   bu yetki bir yıl sonra İzmir-Kasaba Demiryolu Şirketi’ne (Smyrna-Cassaba Railway Company) devredilmiş ve hat bu İngiliz şirket tarafından inşa edilmiştir. Bütün bu yetkiler, 1894’te Paris’te kurulan İzmir-Kasaba ve Uzantısı Demiryolları Şirketi’ne satılarak hattın denetimi Fransızların eline geçmiştir.
      İzmir-Kasaba Demiryolu Şirketi, İzmir’in Basmahane Garı’ndan 1864’te inşaat çalışmasına başlamış ve 20 Temmuz 1865’te İzmir-Menemen, 25 Ekim 1865’te İzmir-Manisa ve 22 Ocak 1866’da Manisa-Kasaba Demiryolu hattını hizmete açmıştır.

Osmanlı Bayındırlık Bakanlığı (Nafia Nezareti), ikinci bir anlaşma ile aynı şirkete demiryolu hattının Alaşehir’e kadar uzatma iznini vermesinden sonra başlayan inşa çalışmaları sonucunda, demiryolu hattı, 1 Mart 1875’te Salihli’ye ulaşmıştır. Salihli İstasyonu’nun resmi açılışı Zamanın Nafia Nezareti Nazırı (Bakanı) Ethem Paşa tarafından 13 Mart 1875, Cumartesi günü, saat 11.30’da yapılmıştır.”
     Burada bir saptama yapalım; bu güne kadar bize açılışı yapanın Mithat Paşa olduğu öğretilmişti, doğrusu Ethem Paşa imiş. “Peki, Mithat Paşa’nın hiç katkısı yok mu?” derseniz, yanıtını aşağıda, yazının devamında bulacaksınız.
        Şimdi de “Doğu Coğrafya Dergisi”nde yayınlanan “Manisa-Uşak Demiryolu Ulaşımının Yerleşim Yerlerine Katkısı” yazısından konu ile ilgili bilgilerimizi yenileyelim;
     “ ... hattın çoğunlukla yerleşim birimlerinin kenarından veya yakın bir yerden geçirildiği ve dolayısıyla istasyonların o dönemde genellikle yerleşim birimlerinin dışında yer aldığı görülür. Nitekim çalışmada ele alınan Çobanisa, Urganlı, Ahmetli, Sart, Salihli ve Eşme istasyonları, yerleşim birimlerinden nispeten uzak bir yerde inşa edilmişlerdir. Manisa-Uşak arasında demiryolu hattının inşasından 1950’lere kadar geçen dönemde; demiryolu ulaşımının nüfus, yerleşme, ekonomik faaliyetler ve askeri (özellikle Kurtuluş Savaşı döneminde) bakımdan önemli etkileri olmuştur.
       Demiryolu hattı, Gediz Ovası’nın güneyinde uzanan Bozdağlar’ın kuzey eteklerini takip etmiş, ovada elverişli iklim şartları altında yetiştirilen çeşitli tarım ürünlerinin toplandığı yerel merkezleri, İzmir Limanı’na ve oradan da dünyanın diğer bölgelerine bağlayan demiryolu güzergâhı üzerinde bulunan yerleşimler yoğunluk kazanmış, aldığı göçlerle nüfusları hızla artarak önemli gelişmeler meydana gelmiştir.
1957 Yılında Salihli'yerleşim haritası
         Bu merkezlerden biri olan Salihli, Manisa’ya demiryoluyla 66 km uzaklıktadır ve Bozdağlar’ın kuzey eteğinde, birikinti konileri üzerine kurulmuş, Gediz Havzası’nın önemli şehirleri arasında yer almaktadır. İzmir-Ankara ve Denizli-Akhisar karayolları üzerinde bulunan Salihli, Cumhuriyet döneminde nispeten hızlı bir şekilde gelişmiş ve nüfusu 1935’te 9.127 iken 1955’te 17.963’e, 1985’te 63.759’a,  2008’de 96.449’a ve günümüzde 160.000’e ulaşmıştır. Bugün Salihli, toplum hizmetleri, ticaret ve imalat sanayisinin önem kazandığı yöresel bir merkez özelliği taşımaktadır.
        Salihli, Osmanlı Arşivi’ndeki 1535 (H 935) Tarihli ve 148 Numaralı Tapu Tahrir Defteri’nde Sart Kazası’na bağlı bir köy olup, ismi Veled-i Salih (Salihoğlu) Karyesi şeklinde geçmektedir.   1833 yılının Ekim ayında buradan geçen Arundell, 50 haneli Salihli Köyü’nde bir pazarın kurulduğunu ve alışveriş yapmak için gelen 500 kadar kimseyle dolu olduğunu, hiçbir dükkânın bulunmadığını ve satıcıların ürünlerini yerde sergileyerek sattıklarını anlatmıştır.  Saruhan Sancağı’nın 1842 Tarihli Nüfus Yoklama Defteri’nde, Sart Kazası’na bağlı Salihli Köyü’nde, 52 hanede 87 Müslüman erkek nüfus belirlenmiştir.      Salihli, 1875’te demiryolu ulaşımının başlamasına kadar 50–60 haneli iki küçük karye (Yerleşim) den oluşmaktadır. Nitekim 1871’de, Sart Şer’iye Mahkemesi’ne ait Razlı Değirmeni ile ilgili bir belgede, Adala Kazası Sart Nahiyesi Salihli Mevkii şeklinde bir ifade yer almaktadır.
     Bu ifadeden Salihli’nin henüz nahiye veya kaza statüsünde bir yönetim görevinin olmadığı öğrenilmektedir. 1870-1875 yılları arası inşa edilen Demiryolu hattı, karyelerin birisinin yaklaşık 1 km güneyinden geçer güneybatısında, Seyran Tepe ve Çakallar Deresi (Deli Çay)’ne yakın diğer karyenin, kuzeyi bir topografyada inşa edilmiştir.  
        Demiryolu ulaşımının, Salihli’deki bazı ticari faaliyetler bakımından hissedilir gelişiminden sonra (1879’da) ilçe merkezi yapılarak, resmi daireler Adala’dan, Salihli’ye nakledilmiştir. Bir süre kervancıların konak yeri, Demirci, Borlu, Gördes, Adala ve Kula’nın da ihracat ve ithalat işlerinin yapıldığı bir merkez görevini üstlenmiştir. Aynı tarihlerde,  Kırım’dan gelen Tatarlar ve Kafkasyadan göçen Çerkezlerin Salihli’de iskân edilmesi gibi bazı gelişmeler yaşanmıştır.  Bu hızlı gelişimi ile Salihli, 510 haneye ve 3.091 nüfusa ulaştığı dönemde, İstasyon çevresindeki yerleşim artmıştır.
          Aydın Valiliği’ne atanan ve kısa bir süre (1880-1883) İzmir Valiliği yapan Mithat Paşa, Salihli’yi ziyarete geldiğinde İstasyon ve Kocaçeşme arasında yer alan ve kendi adını (Bugün Sevgi Yolu) taşıyan caddeyi açtırmış; etrafına çınar ağaşları diktirmiş, eski Karaman Otelinin (Bugün Karaman İşhanı) bulunduğu yere Hükümet binası yaptırmıştır. Mithatpaşa caddesi üzerindeki dikilen ağaçlar, 1956 yılında kesilerek yerine bugünkü çam ağaçları dikilmiştir. 1875 yılında, İstasyona dikilen çınar ağaçları Salihli tarihinin sessiz tanıkları olarak günümüze kadar ulaşmışlardır. Keli köyünden (Bugün aynı adı taşıyan bir mahalle) itibaren demiryolu hattının her iki tarafı da ağaçlandırılmıştır.
           Mithatpaşa Caddesi, ilk yapıldığında toprak zeminli olup her iki kenarından devamlı su akan arklar vardır. Hatta yaz günleri Belediye görevlileri bu sudan yararlanarak, toprak yolun tozunu önlemek için özel kürek ve süpürgeler ile gün boyu sulardı. Hükümet, Belediye, Askerlik Şubesi, Ziraat Bankası, PTT, Cezaevi gibi önemli kamu binaları ile kasabada bulunan en eski iki cami (Burhaniye Camii 1877, Hamidiye (Karaman) camii 1889) bu cadde üzerinde, yerleşimin yönünü güneybatıyı gösterir biçimde birbirine yakın tarihlerde inşaa edilmişlerdir.   
          Gezginlerden, Vital Cuinet,`”La Turquie d'Asie” adlı eserinde, 1894’te Salihli’den bahsederken, kasaba ile demiryolu istasyonu arasında yaklaşık 1 km kadar bir mesafenin olduğunu, ulaşımın 12 m genişliğindeki iki tarafı ağaçlıklı ve iki yanından su akan hendekli bir yolla sağlandığını, evlerin ve hanların bu yol kenarında inşa edildiğini aktarmaktadır. Aynı Cuinet, Salihli’nin nüfusunu 6318’i Müslüman ve 682’isi Rum olmak üzere toplam 7.000 olarak bildirmektedir.
      Kurtuluş Savaşı’nda Yunanlılar tarafından hemen tamamı yakılan Salihli, Cumhuriyetin ilk yıllarında planlı bir şekilde yeniden kurulmuştur.  Prof.Dr. Füsun Baykal’a göre, 1926’da çizilen 1/8000 ölçekli bir haritada, Salihli ile İstasyon arasında uzanan Mithatpaşa caddesi ve çevresinin artık dolmaya başladığı, yerleşme sahasında eski kopukluğun kalktığı izlenmektedir. Yine Baykal, kentin bulunduğu yerden güneybatıya gelişmesini sağlayan en büyük etkenin, kentin 1 km güneyinden geçen demiryolu olduğunu ve kentin uzun yıllar bu güneybatı- kuzeydoğu yönündeki konumunu koruyacağını belirtmektedir. “

         13 Mart 1875 tarihinde hizmete giren demiryolu bağlantısı Salihli’nin Manisa’ya, İzmir’e ve hatta Manisa makasıyla, Bandırma üzerinden vapurla İstanbul’a, yani Payitahta (Başşehir) bir kapı açmıştır.  Bu kapı Salihli’nin başta ekonomisi olmak üzere her yönden gelişmesine neden olmuştur.
İşletmeye açıldığı tarihten 1980 yılı ortalarına kadar bir sosyo-kültürel bir buluşma noktası olarak algılanan İstasyon ve civarı günümüzde şehir merkezinin hareketlenmesiyle eski gösterişli günlerinden uzak kalmaktadır. Ancak sıcak yaz günlerine İstasyondaki çınar ağaçlarının altında bulunan çay bahçelerinde çay içip serinliği yaşamak eskiler için hala geçerlidir.
        Tarihi boyunca, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, İsmet İnönü, Fevzi Çakmak, Fahrettin Altay, Celal Bayar, Çerkes Ethem, Mithat Paşa, Hacim Muhittin Çarıklı, Şükrü Saraçoğlu, Adnan Menderes, Yunan Kralı Kostantin, İran Şahı Muhammed Pehlevi gibi tarihi kişileri, yolculukları sırasında misafir etmiştir.
       Fransızlar tarafından yapılan ve işletilen istasyon binası bir Fransız sömürgesi olan Senagal’li zenci Müslüman askerlerce Kurtuluş Savaşı süresince korunmaya alınmasına rağmen Yunan askerlerinin 5 Eylül 1922 günü kenti terk ederlerken yakmalarına engel olunamamıştır. İstasyon binası 1924 yılında Müteahhit Mühendis Fesçizade Mehmet Galip Bey tarafından aslına uygun olarak onarılmıştır. 2008 yılında da bakım gören gar binası özellikle geceleri renk ve ışık saçmaktadır.

                                                                                                                  Mustafa UÇAR
                                                                                                                Araştırmacı Yazar