30 Haziran 2017 Cuma

BİR BARDAĞIN ÖYKÜSÜ


  Yıl 1955. Henüz 5-6 yaşlarındayım, İstanbul’a, dayımın yanına misafirliğe gelmişiz. Ben hiçbir şeyin farkında değilim ama Galatasaray İstanbul liginde şampiyon olmuş. Dayımın oğlu Ali ağabey fanatik Galatasaraylı, sevinçten havalara uçuyor. Üstelik İzmirspor’dan  –Sonradan Taçsız Kral olacak- Metin Oktay isimli bir golcüyü transfer etmişler, 50. Kuruluş yıllarını kutluyorlar, keyifler yerinde…
       Bir akşamüstü, Ali ağabeyim anneme “Hala, Mustafa’yı giydir bu akşam onunla önemli ve güzel bir yere gideceğiz” dedi. Annemin” Ama çocuk aç, yemek yesin sonra gidin” gibi itirazlarını kırdı ve biz Şişli tramvay durağından tramvaya bindik. Benim için meçhule giden bir yolculuk başladı.
     Bir süre yol aldık, nereye gittiğimiz bilmiyorum aslında İstanbul’un henüz hiçbir yerini de bilmiyordum. Ali ağabeyin  “ Tamam, burada ineceğiz” sözü ile hareketlendik, kendisi önden indi beni basamakların üzerinde kucaklayıp yere bıraktı. Şaşkın şaşkın etrafıma bakınıyorum; bir taşralı olan bana göre çok yüksek binaları, kalabalığı olan bir yerdeyiz. Otomobiller, tramvaylar, insanlar, çeşitli ses renklerinden oluşan değişik bir dünya içindeyim sanki. Sanki bizim memleketin bütün insanları, araçları hepsi burada toplanmış.
      Ali ağabeyin uzattığı eli tuttum, karşıdaki dar bir sokağa girdik. Bir süre yürüdük, kapısının bir yanında Türk bayrağı diğer tarafında, bilmediğim sarı- kırmızı renkli başka bir bayrak sallanan binanın önünde durduk. “Oku bakalım nereye gelmişiz?” dedi ağabeyim. Oysa ben daha okula gitmiyordum. Safça “Bilmem” diyebildim. O, “Galatasaray Spor Kulübü” diye kendi sorusunu kendisi yanıtladı.

       İçeriye, büyük bir salona girdik. Herkesin elinde bardaklar, küçük masaların üzerindeki yiyeceklerle bir şeyler atıştırıyor, birbirini gören arkadaşlar selamlaşıp koyu sohbetlere girişiyorlar. Ben şaşkınlığım bir kat daha artmış, sarı- kırmızı renklere bürünmüş salonu gözlemliyor neler olduğunu anlamaya çalışıyorum. Birden bir alkış tufanı koptu… Herkesin alkışlarla,”Bravo” sesleri ile döndüğü, yürüdüğü salon giriş kapısına baktım, bir grup insan içeriye giriyordu. Ben ne olduğunu anlamaya çalışırken ağabeyim kulağıma eğildi “Şampiyon Galatasaray’ın, şampiyon oyuncuları içeri giriyor. Başta hocamız Baba Gündüz arkasındaki ‘Berlin Panteri’ kaptan Turgay Şeren, Büyük Ali, İsfendiyar, Kadri Aytaç, Coşkun Özarı, Suat Mamat, Rober…” İyi ama ben bu adamların hiç birini tanımıyorum ki… Derken bir başka ses ve alkış fırtınası başladı; “Kral geliyor, Kral Metin Oktay!”
      Allah, Allah bu nasıl kral? Hani kralları sinema filmlerinden biliyorum ama bu kralın ne başında tacı, ne elinde asası ne de sırtında pelerini vardı. Tezahürata bakılırsa herhalde gerçekten bir kraldı. Ben de alkışlamaya başladım. Az sonra ortalık duruldu, sakinleşti. Böyle bir anda Ali ağabeyim” gel bak seni Baba Gündüzle tanıştırayım” dedi. Elimden tuttuğu gibi uzun boylu bir adama doğru götürdü, adam o sırada bir koltuğa oturmaya hazırlanıyordu. Bizi görünce ayakta bekledi, ağabeyim “Baba sana küçük bir taraftar getirdim” dedi. Baba koltuğa oturdu ben de onun dizine.
     Başladık sohbete:
     “ Merhaba, benim adım Gündüz ya senin ki?”
     “Mustafa!”
     “Aferin Mustafa, hangi takımı tutuyorsun?”
     Ne takımı? Ben taşradan, Salihli'den gelmişim daha takımın ne olduğunu bile bilmiyorum. Evet, memleketimde Gençler, Gürbüzler gibi takımlar var ama ben ilgilenmiyorum daha; çünkü çocuğum. O yıllardabırakın televizyonu ne doğru dürüst radyo var ülkemizde ne de gazeteler böyle günlük geliyor memleketime. Gelse ne, ben okuma bilmiyorum ki…
     .“Hiçbir takımı tutmuyorum” dedim safça. Ali ağabeyim hemen benim taşradan geldiğimi fısıldadı babaya.
     “Olur mu?” dedi Baba Gündüz; “ Sen artık Galatasaraylısın! Bak, şampiyon olduk, kupamızı aldık” diye başköşedeki kupayı gösterdi. Ben yine aynı saflıkla; “Tamam” dedim.
    Baba Gündüz:”Yok öyle tamam demekle olmaz” dedi.
    “Ya nasıl olur?” dedim.
    “ Şimdi benim söyleyeceğimi tekrarlayacaksın öyle olacak” dedi. Başladı söylemeye. O söylüyor ben tekrarlıyorum:
     “ Ölmek var dönmek yok! Ben Galatasaraylıyım!” Bu kısa yemin töreni bitti, ben Galatasaraylı oldum artık.
    “Aferin Mustafa, bu günü ve yeminini unutma” dedi baba Gündüz ve etrafına bakınmaya başladı, bir taraftan masaların üstünü kontrol ediyor bir şeyler aranıyor, bir taraftan da “Bu gence günün anısına yaraşır bir armağan verelim” diye söyleniyordu. Ama bir çocuğa uygun armağan görünmüyordu etrafta. Derken bir kişi: “Baba, bu gence ancak bu uygun görünüyor” diye bir kutu uzattı. Karton bir kutu, üzeri yeşilli beyazlı kâğıtla kaplı.
    Baba kutuyu açtı; içinde 6 adet şarap bardağı vardı. “Olmaz “ dedi ama bir çocuğa verilecek daha uygun bir hediye olmadığı için mecburen kutuyu bana uzattı ve “ Bu anıyı ömrün boyunca hatırlaman dileği ile… Haaa! Bardakları büyüyünce kullanman için veriyorum” dedi gülerek. Başımı okşadı yanından ayrıldık. Ben o gece,  bana  “Hangi takımdansın?”diye soran herkese “Galatasaraylıyım!” dedikçe alkış alıyordum.
     Çocukluk bu ya! Ben o bardaklarla çay içmeye çalışıyordum, şekerini karıştırırken de bardağı deviriyor kırılmasına sebep oluyordum. Baktım günün birinde tek bardak kaldı o zaman aklım başıma geldi. Şimdi o bardağı eşim de, ben de gözümüz gibi saklıyoruz. Kolay değil üzerinde, etrafı defne dalları ile süslenmiş Galatasaray amblemi, amblemin iki yanında 1905-1955 yazıları ve en üstte kuruluşunun ellinci yılını gösteren 50 rakamı.
    Acaba böyle bir değerli armağanı olan başka biri var mı?

Mustafa Uçar
Araştırmacı Yazar

18 Haziran 2017 Pazar

ADALA ATATÜRK MÜZESİNE KAVUŞACAK


Yıllardan beri Salihli’nin, Adala mahallesinde, müze olmayı bekleyen tarihi ev nihayet gerçekleşiyor. Manisa Büyükşehir ve Salihli Belediyesinin katkıları ile oluşacak müze yöre halkınca merakla bekleniyor.
Aşağıda okuyacağınız “Mustafa Kemal’in Mucize Ordusu” kitabımdan alıntılanan bölümde, bu evin tarihini onurlandıran gerçek öyküsü yer alıyor:
Müze Olacak Adala'daki Ev


BAŞKOMUTAN SALİHLİ’DE
Batı Cephesi Komutanlığı’nın amacı, tahrip edilmeden ve yanmadan İzmir’i kurtarmak ve düşmanı bütün donanımıyla esir almaktı.
1. Ordu tüm birlikleriyle hemen hedeflerinin arkasında takibe devam ediyordu, ancak 2. Ordu hâlâ hedeflerinin gerisindeydi. Hızlarını arttırmaları, iki ordunun bir an önce bir araya gelebilmeleri için “ 6 Eylül 1922 günü Adala’da olması” emrini almışlardı.
Yolların bozuk, arazinin sarp ve ormanlık olması, üstelik haberleşme zorluğu çekilmesinden dolayı hedeflerine zamanında ulaşamamak, 2. Ordu Komutanı’nın sinirlerini iyice germişti.
Batı Cephesinin verdiği son emre şu yanıtı veriyordu;
“Karargâhım için cephe emrinde hedefler gösterilmiştir. 6 Eylül akşamı Adala’da bulunmak emir buyrulmuş, bu gece Yenişehir’e yetişmek mümkün olmadı, karargahım 30 Km. geride yürüyüştedir.
17. Tümen karargahına yalnız Kurmay Başkanı ile ben geldim. Benzin bitti, hayvanlarımız geride. Uşak’tan benzin istedik. Benzini ve binek hayvanlarımızı beklemek zorundayız.
Birkaç günden beri 2. Ordu müdahalelerinize hedef olmaktadır. Bu defa da Ordu Komutanı’nın, ileri birliklerden kilometrelerce ileri gitmesinin istenmesine hiçbir anlam veremedim.
Aslında 2. Ordu’nun ‘ordu’ denecek bir kuvveti kalmadığından Komutan ve karargahı ile bu kadar oynamaya sebep ve anlam yoktur. 2. Ordu Karargahı’nın lağvını ve benim bir er gibi orduda istihdamımı aracılığınızla, Başkomutan Paşa Hazretlerinden rica ederim.”
Alaşehir’de karargahta bu yazıyı alan İsmet Paşa, hemen Mustafa Kemal ve Fevzi Paşalara okudu. Birlikte Yakup Şevki Paşa’yı kırmayacak ama şevke getirecek bir yazıyla cevapladılar.
Bu yazı da özetle şöyleydi:
“Ordu karargâhının emredilen yere vasıtasızlıktan varamadığı anlaşılıyor. 2.Ordu, 1.Ordu’dan en az 40 Km. geridedir. Birliklerin bu arayı kapatması yüksek irade ve azminizden beklenir.
Haberleşmenin yetersizliği, yolların bozuk oluşu yüzünden, sizinle bağlantı kurmak için mümkün olduğu kadar önlerde bulunmanız gerekiyor. İleride yığılan Kolorduların yeni bir paylaşımı olasılığı hesaba katılmıştır. Zorunlu olarak en öndeki Tümende bulunmanız yeterlidir.
Düşman, İzmir’de topladığı birliklerle savunmaya karar verirse, iki ordu ile aralıksız hücum etmek kararındayız.”
Alaşehir’deki karargaha raporlar geldikçe artık bir kuşatma olasılığı kalmadığı anlaşılıyordu.
Başkomutan:
—Maalesef arkadaşlar, Salihli çarpışmaları beklediğimiz sonuca ulaşamadı. Düşman çemberin son halkasını da kırdı, süratle İzmir’e çekiliyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
—Yapılacak tek şey kaldı. Düşmana fırsat vermeden takip etmeliyiz. Eğer ağır hareket edersek, yangınların, can ve mal kaybının önüne geçemeyiz.
—Ben de İsmet Paşayla aynı düşünüyorum.
Diye araya girdi 1. Ordu Komutanı Nurettin Paşa.
—Eğer ağır hareket edersek, Kasaba’ (Turgutlu) yı, Manisa’yı ve hatta İzmir’i yakıp, yıkıp kaçacaklardır. Hızla takibe devam edelim.
—O halde ne duruyorsun Nurettin! Karargahını al, Salihli’ye intikal et. Birliklerinin başında, takibi hızlandır. Sanırım yarın biz de Salihli’de olacağız.
—Emredersiniz Paşam!
—İsmet! Sen de ordulara vereceğin emir ile takip işinin önemini belirt, kasaba ve köylerin yaktırılmaması için gerekli önlemleri almalarını sağla.
—Baş üstüne Paşa Hazretleri!
Kuşatma için son şans Salihli’de bu şekilde yitirilince geriye yapılacak bir tek şey kalmıştı; Salihli’den İzmir’e kadar arada kalan yerlerde yangınları ve zararı en aza indirmek. Bunu başarabilmekse günlerdir dinlenmeye fırsat bulamamış, inanç ve kararlılıkla yürüyen Mehmetlerin yürüyüş hızına bağlıydı. Mehmetçikse mucizevi yürüyüşünü temposunu arttırarak sürdürüyordu…


7 Eylül 1922, öğle üzeri değerli Paşaları taşıyan otomobil, Salihli’ye girmişti. Kendilerini Salihli Kaymakamı Zafer Nezihi Bey ve Salihli eşrafı, Çerkez (Kırveli) köyü önlerinde karşılamışlardı.
Eşraftan Hacı Mustafa (Akiş) Bey evini bu değerli konuklarına karargâh ve misafirhane olarak açmıştı.
Mustafa Kemal ve arkadaşları burada durum değerlendirmesi yaparak ertesi gün 8 Eylül 1922 öğleden sonra, bir gün önce Adala’ya ulaşan 2. Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşa’yı görmeye gittiler.
Yakup Şevki Paşa, Adala’da Mehmed Ağaya ait 1896’da inşa edilmiş iki katlı bir evin ikinci katına karargâh kurmuş, çalışıyordu.
—Kolay gelsin Paşa Hocam!
diyerek M. Kemal ve diğer paşalar eve girdi.
—Sağ olun Başkomutan Bey Hazretleri, sefa geldiniz.
—Hoş bulduk, ama biz bir gündür buradayız, asıl siz hoş geldiniz. Oldukça zor bir görevi yerine getirdiniz ve tam zamanında Adala’ya ulaşabildiniz.
Gazi’nin bu sözlerindeki imayı sezen Yakup Şevki Paşa kendisini şu sözlerle haklı çıkarmaya çalıştı;
—Kemal Paşa Hazretleri, gerçekten çok zorlu bir yolu, onca yokluk içinde elimizden geldiğince çabuk geçmeye çalıştık. Ancak yollar öyle haritalarda göründüğü gibi değil, çok sarp ve bozuktu. Üstelik yeme içme ve mühimmat eksikliği çok büyüktü.
—Süvarilerimiz zaman zaman at inerek birerli kolda yürüdü, ağır silahlarımız ve toplarımızı böyle yerlerden aşırmada zorluk çektik, Allah’a şükür buraya kadar gelebildik. Cephede aktif görev alan birçok birliğimiz de Batı Cephesi Komutanlığı tarafından 1. Ordu’ya alındılar, eldeki olanaklarla bu kadar becerebildik.
Mustafa Kemal Hocası’nın alınganlığını yatıştırıp, gönlünü almak için söze karıştı:
—Estağfurullah Hocam! Siz elinizden geleni yaptınız, rahat olunuz. Bizim acelemiz ve endişemiz, düşmanın Milne çizgisinde bir cephe tutmasını engellemek için zamanında buraya ulaşamayacağınız korkusundan kaynaklanıyordu, çok şükür beklenen olmadı. Biz de sizi Salihli’de bekleyerek, buluşup, yeniden değerlendirme yapma kararı aldık, bu amaçla şimdi burada bulunuyoruz.
Yakup Şevki Paşa derin bir iç çekti. Gözlerini Kemal Paşanın gözlerinden kaçırırcasına başını aşağıya yavaşça eğdi, utanan insanlara özgü hafif bir ses tonuyla:
— Ayrıca sizin bir mucizeyi başarabileceğinizi ilk başlarda inanmamış biri olarak… Beni bağışlamanızı rica ediyorum. Siz haklıymışsınız, özür dilerim! Yaşlılığıma verin.
—Asıl ben özür dilerim, size bu sıkıntılı anları yaşattığım için. Aslında içimizden birinin başarısızlık karşısında ne yapabileceğimiz hakkında tedbirli davranması güzel bir şeydi. Ve artık hiç önemi yok. Zafer çok yakınımızda. Şimdi İzmir’e nasıl gireceğimizi konuşup tartışalım.
Yaver Muzaffer gerekli haritaları küçük, tahta masanın üzerine açmaya çalışıyor, kendisine Başyaver Salih yardım ediyordu. Paşalar ayakta ve masanın dört bir yanındaki yerlerini aldılar. Muzaffer Bey, ilgili haritayı bulup masaya yerleştirdi ve bir adım geri çekildi. Gazi, işaret parmağını Adala’nın üzerine koyup konuşmaya başladı;
—Bizim bulunduğumuz yer burası, 2. Ordu bu gün buradadır. 1. Ordu ise karargâhıyla Ahmetli’de bulunuyor. Dün birliklerimiz Bintepeler – Karayaşlı–Sart çizgisinde çetin savaşlar yaptılar.
5. Süvari Kolordusu Sart’ta, Afyon savaşlarında esir düşmüş az sayıdaki erlerimizle, Alaşehir’den alıp, götürdükleri eşraftan erkek ve kadınları kurtardı. Ayrıca Salihli yangınını da söndürdüler.
Başını haritadan kaldırdı, muhataplarının gözlerine tek tek bakarak konuşmasını sürdürdü:
—Efendiler! Milne çizgisinde tutunamayan düşman batıya çekilmeye devam ediyor. Aldıkları ya da alacakları destekler ile yeni bir çizgi üzerinde tutunabilirler mi? Böyle bir hattı nerede kurarlar? Bu gün en önemli konu budur.
Batı cephesi komutanı İsmet Paşa:
—Paşa Hazretleri! Buyurduğunuz gibi düşman, Milne çizgisinden batıya çekilmektedir. Bu arada önüne çıkan köy ve kasabaları yangın bölükleri ile yakmakta, ahaliyi çoluk çocuk, genç ihtiyar, kadın erkek bakmadan işkence ile öldürmektedir.
Komutanlığımız öncelikle bu durumun önüne geçmek üzere tüm birliklerimizi olanca hızla arkalarından gönderiyoruz. Amacımız öncelikle ölüm ve yangın olaylarını engellemektir, düşmana ağır kayıplar verdiriyoruz. Bence düşman İzmir önlerinden başka bir yerde tutunamaz.
diye açıklama yaptı.
Gözler derin bir iç çeken Fevzi Paşaya çevrildi. Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi Paşa, masa üzerindeki haritaya eğildi, dikkatle baktı ve doğrularak;
—Bence de Yunan ancak İzmir önlerinde tutunabilir. Ancak, biz araziyi tam olarak bilmiyoruz, Yakup Şevki Paşa’nın da az önce belirttiği gibi, elimizdeki haritalar çok eski ve bize gerekli bilgileri tam olarak vermiyor. Eğer araziyi tanıyanlar bulur ve konuşursak evet. O zaman daha kesin konuşurum...
Haritaların eskiliği gerçekten bir sorundu. Ancak çevreyi iyi bilen birinin yardımı ile kesin sonuçlar alınabilirdi.
Ev sahibinden çevreyi İzmir’e kadar iyi bilen birini bulmasını rica ettiler. Az sonra yaşlı Boşnak Mehmet Ağa, Paşalarla tanışmanın verdiği heyecanla titreyerek masanın başında yerini almıştı.
Paşalar, Yaver Muzaffer’den haritaları bir kez daha, yüksek sesle okumasını istediler, yaver söze başladı:
—Efendim! İzin verirseniz, ben iki gündür geceli gündüzlü haritaları inceliyorum. Anladığım kadarıyla İzmir’e üç ayrı boğazdan girilebiliyor; bunlardan birincisi, Nif (Kemalpaşa) - Belkahve, ikincisi Emirâlem - Menemen, üçüncüsü Manisa — Sabuncubeli boğazlarıdır.
Yaver Muzaffer Açıklamalarına harita üzerinde yer göstererek devam ediyordu. Dört komutan Paşanın ve Mehmet ağanın gözleri Muzaffer’in gösterdiği noktalarda birleşiyor, anlatılanları dikkatle dinliyorlardı;
—Anladığım kadarıyla Belkahve yolu hem kısa, hem de oldukça düzdür. Menemen boğazı da düzdür ve demiryolu da buradan geçmektedir, ancak daha uzundur. Sabuncubeli ise çok sarp ve ormanlıktır. Aldığımız raporlara göre düşman bu üç boğazı da kullanarak geri çekilmektedir. Nerede savunma çizgisi kuracaklarını bilemem ama bu üç boğaz da stratejik önem taşımaktadır.
Mustafa Kemal bakışlarını ellerini göbeğinin üzerinde kavuşturarak bekleyen Mehmet ağaya çevirdi:
—Sen bu konuda ne düşünüyorsun ağa?
Mehmet ağa söylenenleri dinlemiş ama haritalardan bir şey anlamamıştı. Paşanın sorusuna cevaben:
—Valla ben harita filan bilmem paşam. Emme bu askerin söyledikleri doğru. Gerisini siz deyiverin gari. Dedi.
Gazi Mustafa Kemal hoşnut bakışlarını Muzaffer’e çevirdi:
—Aferin sana! Harita okuma ve şifre çözme işlerini sana vermekle ne doğru iş yapmışım. Bir kere daha Aferin!
—Evet, ama yakında yazıları okumak için şişe dibi gibi camlı gözlüklere ihtiyacı olacak...
Baş Yaver Salih’in boş bulunup söylediği bu söze tüm Paşalar kahkahalarla güldüler.
Gerçekten de Yaver Muzaffer tüm savaş boyu geceleri mum ve lambaların ölgün, sarı, güçsüz ışıkları altında, gündüzleri güçlü güneş ışıkları altında üstelik hareketli otomobil içinde haritaları inceliyor, bir sürü rakam ve harflerden oluşan şifreleri büyük bir hızla okuyordu.
Ve Salih’in öngörüsü yıllar sonra gerçek olacak, Yaver Muzaffer ömrünün geri kalan bölümünde çevresini, sınırı çerçevelerle belirlenmiş kalın camların ardından görmeye çalışacaktı.
Haritaların okunması sırasında
—Bugün, gelecek raporları da görelim ve gereğini ona göre düzenleyelim. Düşünceme göre düşman artık hiçbir yerde tutunamayacaktır. Bu saatten sonra dağılmış birlikleri toplamak hem zor, hem de zaman ister, oysa onların zamanları kalmamıştır!
Kemal Paşa bunları söylerken, vereceği kararın aklında şekillendiği anlaşılıyordu;
—Biz önceki kararlarımızı uygulamaya devam edelim; 1. Ordu Irlamaz Çayı’na doğru ilerleyecektir. 2. Ordu Marmara gölünün 8 Km. kuzeyindeki Taşkuyucuk- Şahabbas – Bintepeler— Gediz nehri çizgisine ilerleyecektir. Bizim için en önemli ve bilinmeyen nokta Yunanlıların yeni getirdikleri umulan birliklerinin hangi bölgede yığınak yaptıklarıdır. Düşman, bulunduğu bölgeden yürüyüş kol başlarımıza taarruz edecek mi ya da savunma için bekleyecek mi? Bu durumun bütün komutanlarca düşünülmesi ve anlaşılmağa çalışılması gereklidir. Bu nedenle yürüyüş disiplini ve savaş hazırlığı esas olmalıdır.
Bu yüzden yürüyüşün geç kalması veya mesafenin az olması önemli değildir. Bilakis her iki ordunun birinci çizgide fazlaca tümen bulundurması ve irtibatın sağlanması lazımdır! Durumu Ordu komutanlıklarına bildirelim. Gerekirse Akhisar ve Manisa önlerinde iki orduyu bir araya getirir, birlikte düşmanın son savunma çizgisini geçeriz. Mutabık mıyız?
 Tüm Paşalar bir ağızdan onayladılar;
—Mutabıkız!
—Başka bir şey yoksa Salihli’ye dönelim ve gelen raporları görelim.
Paşalar bu görüşmelerin çok yararlı geçtiğine inanıyorlardı, ancak düşmanın direnip direnmeyeceği sorunu halen kafalarda bir soru işareti olarak duruyordu.
Birlikte otomobillerine binerek, Eylül ayının serinlettiği akşam saatlerinde Adala’nın güneyinden kıvrılıp geçen Gediz nehri boyunca uzanan tozlu yoldan Salihli’ye doğru ilerlediler.
Umarım bu tarihi evin öyküsü müze kurma çalışmasını yapacak olanlara yol gösterici olur ve açıldığında ziyaretçiler de mutlu ayrılırlar “Atatürk Müzesi”nden..

Mustafa Uçar
Araştırmacı Yazar





“Karargâhım için cephe emrinde hedefler gösterilmiştir. 6 Eylül akşamı Adala’da bulunmak emir buyrulmuş, bu gece Yenişehir’e yetişmek mümkün olmadı, karargahım 30 Km. geride yürüyüştedir.

17. Tümen karargahına yalnız Kurmay Başkanı ile ben geldim. Benzin bitti, hayvanlarımız geride. Uşak’tan benzin istedik. Benzini ve binek hayvanlarımızı beklemek zorundayız.

Birkaç günden beri 2. Ordu müdahalelerinize hedef olmaktadır. Bu defa da Ordu Komutanı’nın, ileri birliklerden kilometrelerce ileri gitmesinin istenmesine hiçbir anlam veremedim.
Aslında 2. Ordu’nun ‘ordu’ denecek bir kuvveti kalmadığından Komutan ve karargahı ile bu kadar oynamaya sebep ve anlam yoktur. 2. Ordu Karargahı’nın lağvını ve benim bir er gibi orduda istihdamımı aracılığınızla, Başkomutan Paşa Hazretlerinden rica ederim.”
Alaşehir’de karargahta bu yazıyı alan İsmet Paşa, hemen Mustafa Kemal ve Fevzi Paşalara okudu. Birlikte Yakup Şevki Paşa’yı kırmayacak ama şevke getirecek bir yazıyla cevapladılar.
Bu yazı da özetle şöyleydi:
“Ordu karargâhının emredilen yere vasıtasızlıktan varamadığı anlaşılıyor. 2.Ordu, 1.Ordu’dan en az 40 Km. geridedir. Birliklerin bu arayı kapatması yüksek irade ve azminizden beklenir.
Haberleşmenin yetersizliği, yolların bozuk oluşu yüzünden, sizinle bağlantı kurmak için mümkün olduğu kadar önlerde bulunmanız gerekiyor. İleride yığılan Kolorduların yeni bir paylaşımı olasılığı hesaba katılmıştır. Zorunlu olarak en öndeki Tümende bulunmanız yeterlidir.
Düşman, İzmir’de topladığı birliklerle savunmaya karar verirse, iki ordu ile aralıksız hücum etmek kararındayız.”
Alaşehir’deki karargaha raporlar geldikçe artık bir kuşatma olasılığı kalmadığı anlaşılıyordu.
Başkomutan:
—Maalesef arkadaşlar, Salihli çarpışmaları beklediğimiz sonuca ulaşamadı. Düşman çemberin son halkasını da kırdı, süratle İzmir’e çekiliyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
—Yapılacak tek şey kaldı. Düşmana fırsat vermeden takip etmeliyiz. Eğer ağır hareket edersek, yangınların, can ve mal kaybının önüne geçemeyiz.
—Ben de İsmet Paşayla aynı düşünüyorum.
Diye araya girdi 1. Ordu Komutanı Nurettin Paşa.
—Eğer ağır hareket edersek, Kasaba’ (Turgutlu) yı, Manisa’yı ve hatta İzmir’i yakıp, yıkıp kaçacaklardır. Hızla takibe devam edelim.
—O halde ne duruyorsun Nurettin! Karargahını al, Salihli’ye intikal et. Birliklerinin başında, takibi hızlandır. Sanırım yarın biz de Salihli’de olacağız.
—Emredersiniz Paşam!
—İsmet! Sen de ordulara vereceğin emir ile takip işinin önemini belirt, kasaba ve köylerin yaktırılmaması için gerekli önlemleri almalarını sağla.
—Baş üstüne Paşa Hazretleri!
Kuşatma için son şans Salihli’de bu şekilde yitirilince geriye yapılacak bir tek şey kalmıştı; Salihli’den İzmir’e kadar arada kalan yerlerde yangınları ve zararı en aza indirmek. Bunu başarabilmekse günlerdir dinlenmeye fırsat bulamamış, inanç ve kararlılıkla yürüyen Mehmetlerin yürüyüş hızına bağlıydı. Mehmetçikse mucizevi yürüyüşünü temposunu arttırarak sürdürüyordu…


7 Eylül 1922, öğle üzeri değerli Paşaları taşıyan otomobil, Salihli’ye girmişti. Kendilerini Salihli Kaymakamı Zafer Nezihi Bey ve Salihli eşrafı, Çerkez (Kırveli) köyü önlerinde karşılamışlardı.
Eşraftan Hacı Mustafa (Akiş) Bey evini bu değerli konuklarına karargâh ve misafirhane olarak açmıştı.
Mustafa Kemal ve arkadaşları burada durum değerlendirmesi yaparak ertesi gün 8 Eylül 1922 öğleden sonra, bir gün önce Adala’ya ulaşan 2. Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşa’yı görmeye gittiler.
Yakup Şevki Paşa, Adala’da Mehmed Ağaya ait 1896’da inşa edilmiş iki katlı bir evin ikinci katına karargâh kurmuş, çalışıyordu.
—Kolay gelsin Paşa Hocam!
diyerek M. Kemal ve diğer paşalar eve girdi.
—Sağ olun Başkomutan Bey Hazretleri, sefa geldiniz.
—Hoş bulduk, ama biz bir gündür buradayız, asıl siz hoş geldiniz. Oldukça zor bir görevi yerine getirdiniz ve tam zamanında Adala’ya ulaşabildiniz.
Gazi’nin bu sözlerindeki imayı sezen Yakup Şevki Paşa kendisini şu sözlerle haklı çıkarmaya çalıştı;
—Kemal Paşa Hazretleri, gerçekten çok zorlu bir yolu, onca yokluk içinde elimizden geldiğince çabuk geçmeye çalıştık. Ancak yollar öyle haritalarda göründüğü gibi değil, çok sarp ve bozuktu. Üstelik yeme içme ve mühimmat eksikliği çok büyüktü.
—Süvarilerimiz zaman zaman at inerek birerli kolda yürüdü, ağır silahlarımız ve toplarımızı böyle yerlerden aşırmada zorluk çektik, Allah’a şükür buraya kadar gelebildik. Cephede aktif görev alan birçok birliğimiz de Batı Cephesi Komutanlığı tarafından 1. Ordu’ya alındılar, eldeki olanaklarla bu kadar becerebildik.

Mustafa Kemal Hocası’nın alınganlığını yatıştırıp, gönlünü almak için söze karıştı:
—Estağfurullah Hocam! Siz elinizden geleni yaptınız, rahat olunuz. Bizim acelemiz ve endişemiz, düşmanın Milne çizgisinde bir cephe tutmasını engellemek için zamanında buraya ulaşamayacağınız korkusundan kaynaklanıyordu, çok şükür beklenen olmadı. Biz de sizi Salihli’de bekleyerek, buluşup, yeniden değerlendirme yapma kararı aldık, bu amaçla şimdi burada bulunuyoruz.
Yakup Şevki Paşa derin bir iç çekti. Gözlerini Kemal Paşanın gözlerinden kaçırırcasına başını aşağıya yavaşça eğdi, utanan insanlara özgü hafif bir ses tonuyla:
— Ayrıca sizin bir mucizeyi başarabileceğinizi ilk başlarda inanmamış biri olarak… Beni bağışlamanızı rica ediyorum. Siz haklıymışsınız, özür dilerim! Yaşlılığıma verin.
—Asıl ben özür dilerim, size bu sıkıntılı anları yaşattığım için. Aslında içimizden birinin başarısızlık karşısında ne yapabileceğimiz hakkında tedbirli davranması güzel bir şeydi. Ve artık hiç önemi yok. Zafer çok yakınımızda. Şimdi İzmir’e nasıl gireceğimizi konuşup tartışalım.
Yaver Muzaffer gerekli haritaları küçük, tahta masanın üzerine açmaya çalışıyor, kendisine Başyaver Salih yardım ediyordu. Paşalar ayakta ve masanın dört bir yanındaki yerlerini aldılar. Muzaffer Bey, ilgili haritayı bulup masaya yerleştirdi ve bir adım geri çekildi. Gazi, işaret parmağını Adala’nın üzerine koyup konuşmaya başladı;
—Bizim bulunduğumuz yer burası, 2. Ordu bu gün buradadır. 1. Ordu ise karargâhıyla Ahmetli’de bulunuyor. Dün birliklerimiz Bintepeler – Karayaşlı–Sart çizgisinde çetin savaşlar yaptılar.
5. Süvari Kolordusu Sart’ta, Afyon savaşlarında esir düşmüş az sayıdaki erlerimizle, Alaşehir’den alıp, götürdükleri eşraftan erkek ve kadınları kurtardı. Ayrıca Salihli yangınını da söndürdüler.
Başını haritadan kaldırdı, muhataplarının gözlerine tek tek bakarak konuşmasını sürdürdü:
—Efendiler! Milne çizgisinde tutunamayan düşman batıya çekilmeye devam ediyor. Aldıkları ya da alacakları destekler ile yeni bir çizgi üzerinde tutunabilirler mi? Böyle bir hattı nerede kurarlar? Bu gün en önemli konu budur.
Batı cephesi komutanı İsmet Paşa:
—Paşa Hazretleri! Buyurduğunuz gibi düşman, Milne çizgisinden batıya çekilmektedir. Bu arada önüne çıkan köy ve kasabaları yangın bölükleri ile yakmakta, ahaliyi çoluk çocuk, genç ihtiyar, kadın erkek bakmadan işkence ile öldürmektedir.
Komutanlığımız öncelikle bu durumun önüne geçmek üzere tüm birliklerimizi olanca hızla arkalarından gönderiyoruz. Amacımız öncelikle ölüm ve yangın olaylarını engellemektir, düşmana ağır kayıplar verdiriyoruz. Bence düşman İzmir önlerinden başka bir yerde tutunamaz.
diye açıklama yaptı.
Gözler derin bir iç çeken Fevzi Paşaya çevrildi. Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi Paşa, masa üzerindeki haritaya eğildi, dikkatle baktı ve doğrularak;
—Bence de Yunan ancak İzmir önlerinde tutunabilir. Ancak, biz araziyi tam olarak bilmiyoruz, Yakup Şevki Paşa’nın da az önce belirttiği gibi, elimizdeki haritalar çok eski ve bize gerekli bilgileri tam olarak vermiyor. Eğer araziyi tanıyanlar bulur ve konuşursak evet. O zaman daha kesin konuşurum...
Haritaların eskiliği gerçekten bir sorundu. Ancak çevreyi iyi bilen birinin yardımı ile kesin sonuçlar alınabilirdi.
Ev sahibinden çevreyi İzmir’e kadar iyi bilen birini bulmasını rica ettiler. Az sonra yaşlı Boşnak Mehmet Ağa, Paşalarla tanışmanın verdiği heyecanla titreyerek masanın başında yerini almıştı.
Paşalar, Yaver Muzaffer’den haritaları bir kez daha, yüksek sesle okumasını istediler, yaver söze başladı:
—Efendim! İzin verirseniz, ben iki gündür geceli gündüzlü haritaları inceliyorum. Anladığım kadarıyla İzmir’e üç ayrı boğazdan girilebiliyor; bunlardan birincisi, Nif (Kemalpaşa) - Belkahve, ikincisi Emirâlem - Menemen, üçüncüsü Manisa — Sabuncubeli boğazlarıdır.
Yaver Muzaffer Açıklamalarına harita üzerinde yer göstererek devam ediyordu. Dört komutan Paşanın ve Mehmet ağanın gözleri Muzaffer’in gösterdiği noktalarda birleşiyor, anlatılanları dikkatle dinliyorlardı;
—Anladığım kadarıyla Belkahve yolu hem kısa, hem de oldukça düzdür. Menemen boğazı da düzdür ve demiryolu da buradan geçmektedir, ancak daha uzundur. Sabuncubeli ise çok sarp ve ormanlıktır. Aldığımız raporlara göre düşman bu üç boğazı da kullanarak geri çekilmektedir. Nerede savunma çizgisi kuracaklarını bilemem ama bu üç boğaz da stratejik önem taşımaktadır.
Mustafa Kemal bakışlarını ellerini göbeğinin üzerinde kavuşturarak bekleyen Mehmet ağaya çevirdi:
—Sen bu konuda ne düşünüyorsun ağa?
Mehmet ağa söylenenleri dinlemiş ama haritalardan bir şey anlamamıştı. Paşanın sorusuna cevaben:
—Valla ben harita filan bilmem paşam. Emme bu askerin söyledikleri doğru. Gerisini siz deyiverin gari. Dedi.
Gazi Mustafa Kemal hoşnut bakışlarını Muzaffer’e çevirdi:
—Aferin sana! Harita okuma ve şifre çözme işlerini sana vermekle ne doğru iş yapmışım. Bir kere daha Aferin!
—Evet, ama yakında yazıları okumak için şişe dibi gibi camlı gözlüklere ihtiyacı olacak...
Baş Yaver Salih’in boş bulunup söylediği bu söze tüm Paşalar kahkahalarla güldüler.
Gerçekten de Yaver Muzaffer tüm savaş boyu geceleri mum ve lambaların ölgün, sarı, güçsüz ışıkları altında, gündüzleri güçlü güneş ışıkları altında üstelik hareketli otomobil içinde haritaları inceliyor, bir sürü rakam ve harflerden oluşan şifreleri büyük bir hızla okuyordu.
Ve Salih’in öngörüsü yıllar sonra gerçek olacak, Yaver Muzaffer ömrünün geri kalan bölümünde çevresini, sınırı çerçevelerle belirlenmiş kalın camların ardından görmeye çalışacaktı.
Haritaların okunması sırasında
—Bugün, gelecek raporları da görelim ve gereğini ona göre düzenleyelim. Düşünceme göre düşman artık hiçbir yerde tutunamayacaktır. Bu saatten sonra dağılmış birlikleri toplamak hem zor, hem de zaman ister, oysa onların zamanları kalmamıştır!
Kemal Paşa bunları söylerken, vereceği kararın aklında şekillendiği anlaşılıyordu;
—Biz önceki kararlarımızı uygulamaya devam edelim; 1. Ordu Irlamaz Çayı’na doğru ilerleyecektir. 2. Ordu Marmara gölünün 8 Km. kuzeyindeki Taşkuyucuk- Şahabbas – Bintepeler— Gediz nehri çizgisine ilerleyecektir. Bizim için en önemli ve bilinmeyen nokta Yunanlıların yeni getirdikleri umulan birliklerinin hangi bölgede yığınak yaptıklarıdır. Düşman, bulunduğu bölgeden yürüyüş kol başlarımıza taarruz edecek mi ya da savunma için bekleyecek mi? Bu durumun bütün komutanlarca düşünülmesi ve anlaşılmağa çalışılması gereklidir. Bu nedenle yürüyüş disiplini ve savaş hazırlığı esas olmalıdır.
Bu yüzden yürüyüşün geç kalması veya mesafenin az olması önemli değildir. Bilakis her iki ordunun birinci çizgide fazlaca tümen bulundurması ve irtibatın sağlanması lazımdır! Durumu Ordu komutanlıklarına bildirelim. Gerekirse Akhisar ve Manisa önlerinde iki orduyu bir araya getirir, birlikte düşmanın son savunma çizgisini geçeriz. Mutabık mıyız?
 Tüm Paşalar bir ağızdan onayladılar;
—Mutabıkız!
—Başka bir şey yoksa Salihli’ye dönelim ve gelen raporları görelim.
Paşalar bu görüşmelerin çok yararlı geçtiğine inanıyorlardı, ancak düşmanın direnip direnmeyeceği sorunu halen kafalarda bir soru işareti olarak duruyordu.
Birlikte otomobillerine binerek, Eylül ayının serinlettiği akşam saatlerinde Adala’nın güneyinden kıvrılıp geçen Gediz nehri boyunca uzanan tozlu yoldan Salihli’ye doğru ilerlediler.
Umarım bu tarihi evin öyküsü müze kurma çalışmasını yapacak olanlara yol gösterici olur ve açıldığında ziyaretçiler de mutlu ayrılırlar “Atatürk Müzesi”nden..

Mustafa Uçar
Araştırmacı Yazar
“Karargâhım için cephe emrinde hedefler gösterilmiştir. 6 Eylül akşamı Adala’da bulunmak emir buyrulmuş, bu gece Yenişehir’e yetişmek mümkün olmadı, karargahım 30 Km. geride yürüyüştedir.
17. Tümen karargahına yalnız Kurmay Başkanı ile ben geldim. Benzin bitti, hayvanlarımız geride. Uşak’tan benzin istedik. Benzini ve binek hayvanlarımızı beklemek zorundayız.
Birkaç günden beri 2. Ordu müdahalelerinize hedef olmaktadır. Bu defa da Ordu Komutanı’nın, ileri birliklerden kilometrelerce ileri gitmesinin istenmesine hiçbir anlam veremedim.
Aslında 2. Ordu’nun ‘ordu’ denecek bir kuvveti kalmadığından Komutan ve karargahı ile bu kadar oynamaya sebep ve anlam yoktur. 2. Ordu Karargahı’nın lağvını ve benim bir er gibi orduda istihdamımı aracılığınızla, Başkomutan Paşa Hazretlerinden rica ederim.”
Alaşehir’de karargahta bu yazıyı alan İsmet Paşa, hemen Mustafa Kemal ve Fevzi Paşalara okudu. Birlikte Yakup Şevki Paşa’yı kırmayacak ama şevke getirecek bir yazıyla cevapladılar.
Bu yazı da özetle şöyleydi:
“Ordu karargâhının emredilen yere vasıtasızlıktan varamadığı anlaşılıyor. 2.Ordu, 1.Ordu’dan en az 40 Km. geridedir. Birliklerin bu arayı kapatması yüksek irade ve azminizden beklenir.
Haberleşmenin yetersizliği, yolların bozuk oluşu yüzünden, sizinle bağlantı kurmak için mümkün olduğu kadar önlerde bulunmanız gerekiyor. İleride yığılan Kolorduların yeni bir paylaşımı olasılığı hesaba katılmıştır. Zorunlu olarak en öndeki Tümende bulunmanız yeterlidir.
Düşman, İzmir’de topladığı birliklerle savunmaya karar verirse, iki ordu ile aralıksız hücum etmek kararındayız.”
Alaşehir’deki karargaha raporlar geldikçe artık bir kuşatma olasılığı kalmadığı anlaşılıyordu.
Başkomutan:
—Maalesef arkadaşlar, Salihli çarpışmaları beklediğimiz sonuca ulaşamadı. Düşman çemberin son halkasını da kırdı, süratle İzmir’e çekiliyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
—Yapılacak tek şey kaldı. Düşmana fırsat vermeden takip etmeliyiz. Eğer ağır hareket edersek, yangınların, can ve mal kaybının önüne geçemeyiz.
—Ben de İsmet Paşayla aynı düşünüyorum.
Diye araya girdi 1. Ordu Komutanı Nurettin Paşa.
—Eğer ağır hareket edersek, Kasaba’ (Turgutlu) yı, Manisa’yı ve hatta İzmir’i yakıp, yıkıp kaçacaklardır. Hızla takibe devam edelim.
—O halde ne duruyorsun Nurettin! Karargahını al, Salihli’ye intikal et. Birliklerinin başında, takibi hızlandır. Sanırım yarın biz de Salihli’de olacağız.
—Emredersiniz Paşam!
—İsmet! Sen de ordulara vereceğin emir ile takip işinin önemini belirt, kasaba ve köylerin yaktırılmaması için gerekli önlemleri almalarını sağla.
—Baş üstüne Paşa Hazretleri!
Kuşatma için son şans Salihli’de bu şekilde yitirilince geriye yapılacak bir tek şey kalmıştı; Salihli’den İzmir’e kadar arada kalan yerlerde yangınları ve zararı en aza indirmek. Bunu başarabilmekse günlerdir dinlenmeye fırsat bulamamış, inanç ve kararlılıkla yürüyen Mehmetlerin yürüyüş hızına bağlıydı. Mehmetçikse mucizevi yürüyüşünü temposunu arttırarak sürdürüyordu…


7 Eylül 1922, öğle üzeri değerli Paşaları taşıyan otomobil, Salihli’ye girmişti. Kendilerini Salihli Kaymakamı Zafer Nezihi Bey ve Salihli eşrafı, Çerkez (Kırveli) köyü önlerinde karşılamışlardı.
Eşraftan Hacı Mustafa (Akiş) Bey evini bu değerli konuklarına karargâh ve misafirhane olarak açmıştı.
Mustafa Kemal ve arkadaşları burada durum değerlendirmesi yaparak ertesi gün 8 Eylül 1922 öğleden sonra, bir gün önce Adala’ya ulaşan 2. Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşa’yı görmeye gittiler.
Yakup Şevki Paşa, Adala’da Mehmed Ağaya ait 1896’da inşa edilmiş iki katlı bir evin ikinci katına karargâh kurmuş, çalışıyordu.
—Kolay gelsin Paşa Hocam!
diyerek M. Kemal ve diğer paşalar eve girdi.
—Sağ olun Başkomutan Bey Hazretleri, sefa geldiniz.
—Hoş bulduk, ama biz bir gündür buradayız, asıl siz hoş geldiniz. Oldukça zor bir görevi yerine getirdiniz ve tam zamanında Adala’ya ulaşabildiniz.
Gazi’nin bu sözlerindeki imayı sezen Yakup Şevki Paşa kendisini şu sözlerle haklı çıkarmaya çalıştı;
—Kemal Paşa Hazretleri, gerçekten çok zorlu bir yolu, onca yokluk içinde elimizden geldiğince çabuk geçmeye çalıştık. Ancak yollar öyle haritalarda göründüğü gibi değil, çok sarp ve bozuktu. Üstelik yeme içme ve mühimmat eksikliği çok büyüktü.
—Süvarilerimiz zaman zaman at inerek birerli kolda yürüdü, ağır silahlarımız ve toplarımızı böyle yerlerden aşırmada zorluk çektik, Allah’a şükür buraya kadar gelebildik. Cephede aktif görev alan birçok birliğimiz de Batı Cephesi Komutanlığı tarafından 1. Ordu’ya alındılar, eldeki olanaklarla bu kadar becerebildik.

Mustafa Kemal Hocası’nın alınganlığını yatıştırıp, gönlünü almak için söze karıştı:
—Estağfurullah Hocam! Siz elinizden geleni yaptınız, rahat olunuz. Bizim acelemiz ve endişemiz, düşmanın Milne çizgisinde bir cephe tutmasını engellemek için zamanında buraya ulaşamayacağınız korkusundan kaynaklanıyordu, çok şükür beklenen olmadı. Biz de sizi Salihli’de bekleyerek, buluşup, yeniden değerlendirme yapma kararı aldık, bu amaçla şimdi burada bulunuyoruz.
Yakup Şevki Paşa derin bir iç çekti. Gözlerini Kemal Paşanın gözlerinden kaçırırcasına başını aşağıya yavaşça eğdi, utanan insanlara özgü hafif bir ses tonuyla:
— Ayrıca sizin bir mucizeyi başarabileceğinizi ilk başlarda inanmamış biri olarak… Beni bağışlamanızı rica ediyorum. Siz haklıymışsınız, özür dilerim! Yaşlılığıma verin.
—Asıl ben özür dilerim, size bu sıkıntılı anları yaşattığım için. Aslında içimizden birinin başarısızlık karşısında ne yapabileceğimiz hakkında tedbirli davranması güzel bir şeydi. Ve artık hiç önemi yok. Zafer çok yakınımızda. Şimdi İzmir’e nasıl gireceğimizi konuşup tartışalım.
Yaver Muzaffer gerekli haritaları küçük, tahta masanın üzerine açmaya çalışıyor, kendisine Başyaver Salih yardım ediyordu. Paşalar ayakta ve masanın dört bir yanındaki yerlerini aldılar. Muzaffer Bey, ilgili haritayı bulup masaya yerleştirdi ve bir adım geri çekildi. Gazi, işaret parmağını Adala’nın üzerine koyup konuşmaya başladı;
—Bizim bulunduğumuz yer burası, 2. Ordu bu gün buradadır. 1. Ordu ise karargâhıyla Ahmetli’de bulunuyor. Dün birliklerimiz Bintepeler – Karayaşlı–Sart çizgisinde çetin savaşlar yaptılar.
5. Süvari Kolordusu Sart’ta, Afyon savaşlarında esir düşmüş az sayıdaki erlerimizle, Alaşehir’den alıp, götürdükleri eşraftan erkek ve kadınları kurtardı. Ayrıca Salihli yangınını da söndürdüler.
Başını haritadan kaldırdı, muhataplarının gözlerine tek tek bakarak konuşmasını sürdürdü:
—Efendiler! Milne çizgisinde tutunamayan düşman batıya çekilmeye devam ediyor. Aldıkları ya da alacakları destekler ile yeni bir çizgi üzerinde tutunabilirler mi? Böyle bir hattı nerede kurarlar? Bu gün en önemli konu budur.
Batı cephesi komutanı İsmet Paşa:
—Paşa Hazretleri! Buyurduğunuz gibi düşman, Milne çizgisinden batıya çekilmektedir. Bu arada önüne çıkan köy ve kasabaları yangın bölükleri ile yakmakta, ahaliyi çoluk çocuk, genç ihtiyar, kadın erkek bakmadan işkence ile öldürmektedir.
Komutanlığımız öncelikle bu durumun önüne geçmek üzere tüm birliklerimizi olanca hızla arkalarından gönderiyoruz. Amacımız öncelikle ölüm ve yangın olaylarını engellemektir, düşmana ağır kayıplar verdiriyoruz. Bence düşman İzmir önlerinden başka bir yerde tutunamaz.
diye açıklama yaptı.
Gözler derin bir iç çeken Fevzi Paşaya çevrildi. Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi Paşa, masa üzerindeki haritaya eğildi, dikkatle baktı ve doğrularak;
—Bence de Yunan ancak İzmir önlerinde tutunabilir. Ancak, biz araziyi tam olarak bilmiyoruz, Yakup Şevki Paşa’nın da az önce belirttiği gibi, elimizdeki haritalar çok eski ve bize gerekli bilgileri tam olarak vermiyor. Eğer araziyi tanıyanlar bulur ve konuşursak evet. O zaman daha kesin konuşurum...
Haritaların eskiliği gerçekten bir sorundu. Ancak çevreyi iyi bilen birinin yardımı ile kesin sonuçlar alınabilirdi.
Ev sahibinden çevreyi İzmir’e kadar iyi bilen birini bulmasını rica ettiler. Az sonra yaşlı Boşnak Mehmet Ağa, Paşalarla tanışmanın verdiği heyecanla titreyerek masanın başında yerini almıştı.
Paşalar, Yaver Muzaffer’den haritaları bir kez daha, yüksek sesle okumasını istediler, yaver söze başladı:
—Efendim! İzin verirseniz, ben iki gündür geceli gündüzlü haritaları inceliyorum. Anladığım kadarıyla İzmir’e üç ayrı boğazdan girilebiliyor; bunlardan birincisi, Nif (Kemalpaşa) - Belkahve, ikincisi Emirâlem - Menemen, üçüncüsü Manisa — Sabuncubeli boğazlarıdır.
Yaver Muzaffer Açıklamalarına harita üzerinde yer göstererek devam ediyordu. Dört komutan Paşanın ve Mehmet ağanın gözleri Muzaffer’in gösterdiği noktalarda birleşiyor, anlatılanları dikkatle dinliyorlardı;
—Anladığım kadarıyla Belkahve yolu hem kısa, hem de oldukça düzdür. Menemen boğazı da düzdür ve demiryolu da buradan geçmektedir, ancak daha uzundur. Sabuncubeli ise çok sarp ve ormanlıktır. Aldığımız raporlara göre düşman bu üç boğazı da kullanarak geri çekilmektedir. Nerede savunma çizgisi kuracaklarını bilemem ama bu üç boğaz da stratejik önem taşımaktadır.
Mustafa Kemal bakışlarını ellerini göbeğinin üzerinde kavuşturarak bekleyen Mehmet ağaya çevirdi:
—Sen bu konuda ne düşünüyorsun ağa?
Mehmet ağa söylenenleri dinlemiş ama haritalardan bir şey anlamamıştı. Paşanın sorusuna cevaben:
—Valla ben harita filan bilmem paşam. Emme bu askerin söyledikleri doğru. Gerisini siz deyiverin gari. Dedi.
Gazi Mustafa Kemal hoşnut bakışlarını Muzaffer’e çevirdi:
—Aferin sana! Harita okuma ve şifre çözme işlerini sana vermekle ne doğru iş yapmışım. Bir kere daha Aferin!
—Evet, ama yakında yazıları okumak için şişe dibi gibi camlı gözlüklere ihtiyacı olacak...
Baş Yaver Salih’in boş bulunup söylediği bu söze tüm Paşalar kahkahalarla güldüler.
Gerçekten de Yaver Muzaffer tüm savaş boyu geceleri mum ve lambaların ölgün, sarı, güçsüz ışıkları altında, gündüzleri güçlü güneş ışıkları altında üstelik hareketli otomobil içinde haritaları inceliyor, bir sürü rakam ve harflerden oluşan şifreleri büyük bir hızla okuyordu.
Ve Salih’in öngörüsü yıllar sonra gerçek olacak, Yaver Muzaffer ömrünün geri kalan bölümünde çevresini, sınırı çerçevelerle belirlenmiş kalın camların ardından görmeye çalışacaktı.
Haritaların okunması sırasında
—Bugün, gelecek raporları da görelim ve gereğini ona göre düzenleyelim. Düşünceme göre düşman artık hiçbir yerde tutunamayacaktır. Bu saatten sonra dağılmış birlikleri toplamak hem zor, hem de zaman ister, oysa onların zamanları kalmamıştır!
Kemal Paşa bunları söylerken, vereceği kararın aklında şekillendiği anlaşılıyordu;
—Biz önceki kararlarımızı uygulamaya devam edelim; 1. Ordu Irlamaz Çayı’na doğru ilerleyecektir. 2. Ordu Marmara gölünün 8 Km. kuzeyindeki Taşkuyucuk- Şahabbas – Bintepeler— Gediz nehri çizgisine ilerleyecektir. Bizim için en önemli ve bilinmeyen nokta Yunanlıların yeni getirdikleri umulan birliklerinin hangi bölgede yığınak yaptıklarıdır. Düşman, bulunduğu bölgeden yürüyüş kol başlarımıza taarruz edecek mi ya da savunma için bekleyecek mi? Bu durumun bütün komutanlarca düşünülmesi ve anlaşılmağa çalışılması gereklidir. Bu nedenle yürüyüş disiplini ve savaş hazırlığı esas olmalıdır.
Bu yüzden yürüyüşün geç kalması veya mesafenin az olması önemli değildir. Bilakis her iki ordunun birinci çizgide fazlaca tümen bulundurması ve irtibatın sağlanması lazımdır! Durumu Ordu komutanlıklarına bildirelim. Gerekirse Akhisar ve Manisa önlerinde iki orduyu bir araya getirir, birlikte düşmanın son savunma çizgisini geçeriz. Mutabık mıyız?
 Tüm Paşalar bir ağızdan onayladılar;
—Mutabıkız!
—Başka bir şey yoksa Salihli’ye dönelim ve gelen raporları görelim.
Paşalar bu görüşmelerin çok yararlı geçtiğine inanıyorlardı, ancak düşmanın direnip direnmeyeceği sorunu halen kafalarda bir soru işareti olarak duruyordu.
Birlikte otomobillerine binerek, Eylül ayının serinlettiği akşam saatlerinde Adala’nın güneyinden kıvrılıp geçen Gediz nehri boyunca uzanan tozlu yoldan Salihli’ye doğru ilerlediler.
Umarım bu tarihi evin öyküsü müze kurma çalışmasını yapacak olanlara yol gösterici olur ve açıldığında ziyaretçiler de mutlu ayrılırlar “Atatürk Müzesi”nden..

Mustafa Uçar
Araştırmacı Yazar