30 Ekim 2017 Pazartesi

BİNTEPELER / ANADOLU PİRAMİTLERİ:

  
Salihli’nin 7 km batısında yer alan Sardes’in kuzeyindeki Hermos (Gediz) nehri ile Gygaea (Marmara) gölü arasında kalan ve bu gün Bintepeler olarak anılan genişçe bir bölge Lidyalı soyluların mezarlığıdır. Büyüklü küçüklü 120 kadar Tümülüs, antik çağdan günümüze gezginlerin merakını uyandırmış, arkeolojik ilgiyi üzerine çekmiştir. Bu merak ve ilgi Bintepelerin 2012 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesine aday olarak alınmıştır.

İlk belgeli kazı çalışmasını İzmir’in Prusya Konsolosu Ludwing H. Spiegelthal, 1853 yılında “Karun Kadar Zengin” deyiminde adı geçen Croesos/Karun’un babası Alyattes’e ait tümülüsü kazarak başlamıştır. Onu 1870 ve 1880 yılları arasında A.Choisy ve G.Dennis takip etmiştir. Antik çağdan günümüze Tümülüsler definecilerin elinden kurtulamamıştır. Günümüzde, zaten boşaltılmış, soyulmuş bu yerlerin defineciler tarafından, soygun amaçlı hâlâ kazılıyor olması bilgisizlik ve sorumsuzluğun eseridir.
Demir çağında Sardeslilerin ölülerini nereye gömdükleri henüz bilinmemektedir. Lidyalılarda, İÖ 6.yüzyıldan sonra Mermnad'lar hanedanlığı ile birlikte ortaya yeni bir ölü gömme geleneği çıkmıştı. Bu geleneğe göre ölüler kesme kireç taşı veya mermerden yapılmış mezar odalarına konur ve üzeri yığma toprak ile örtülürdü. 
Tümülüs mezarlar olarak bilinen bu tepelere Anadolu Piramitleri adını vermek daha uygun olmalıdır. Bazı Tümülüslerin boyu neredeyse piramitlerin boyuna ulaşacak büyüklüktedir. Üstelik Herodot ünlü tarih kitabında ”Bu Tümülüsler Mısır’daki piramitler kadar etkileyici ve büyüktürler”der. 
Alyattes'in 1800'lü yıllarda yapılan çizimi

 Günümüzde, Bintepeler bölgesinde bulunan 119 tümülüsün içinden üç tanesi olağan üstü boyutlarıyla diğerlerinden ayrılır; bunlar doğudan batıya doğru, Mermnad hanedanlığı krallarından Alyattes, Gyges ve Sadyattes'e ait olduğu söylenen mezarlardır.
 Tümülüslerin içindeki odaların bazıları dromos'lu (ön geçiş) bazıları değildir. Kapı geçidi olmayan odalara ceset tavandan sokulmuştur.   
 Mezar odalarının ölçüleri birbirlerinden pek farklı değildir. Önemli olan sadece mezar odasının üzerine yığılan toprağın miktarıdır. Gömülen kişinin sosyal konumu ve kişiliğinin önemine göre üzerine toprak atılıyordu. Tümülüslerin büyüklü küçüklü olmasının nedeni buradan kaynaklanmaktadır.
Dilimizde yer alan “Toprağı bol olsun” deyiminin de buradan gelmekte olduğunu söyleyebiliriz.
Herodot, ünlü tarih kitabında Lidya Kralı Alyattes'in mezarından bahsederken şunları yazıyor:
 ‘‘Mısır ve Babil'deki anıtlar bir yana, burada öyle bir anıt var ki, bilinen bütün öbürlerini aşar... Bu, Croesos’un babası Alyattes'in mezarıdır. Etekleri büyük taşlarla örülmüş bir toprak yığınıdır.’’      
Gerçektende Anadolu Piramitleri adıyla anılan Tümülüslerin en büyüğü Kral Alyattes için yaptırılandır. Çapı 535 m, taban çevresi 1.115 m ve yüksekliği 69 m olan bu yığma tepenin altındaki mezar odasında, kralın pek çok altın ve gümüş benzeri özel eşyaları bulunuyordu.  
Alyattes’in mezar odası Lidya duvar işçiliğinin en başarılı ve en cesur örneğini verir; Çok iyi perdahlanmış, mermerleşmiş kireçtaşı blokları demir bağlantılarla şaşırtıcı bir güzellikte bir birine birleştirilmişlerdir.

Herodot’a göre, Alyattes´in mezarının en yüksek yerindeki beş taş blok üzerinde bulunan yazıtlarda ise, “anıtın inşası için her meslek dalının ne kadar para verdiği” yazılıydı ve orada belirtilen rakamlara göre de küçük esnafın, el sanatkârlarının yanında en fazla ödemeyi aşk satıcısı genç kızlar yapmıştır.
Yine Herodot´a göre, “Lidyalı halk kızlarının hepsi, kocaya varıncaya kadar kendilerini satarlar, çeyizlerini de buradan elde ettikleri paralarla yaparlardı.”    
 Herodot’un tümülüsün tepesinde olduğunu belirttiği büyük kayaların, 1853’de de sağlam durduğu Ludwing H. Spiegelthal’ın tutuğu notlarından anlaşılmaktadır. 1958 ve 1975 yılları arasında Sardes’te çalışmalar yapan George M.A. Hanfmann da bu taş bloğun varlığını yazılarında belirtiyor. Ama 1962 yılında yapılmak istenen bir ölçme sırasında, bu taşın defineciler tarafından dinamitlendiği, tümülüsün bir kez daha soygun amaçlı tahrip edildiği anlaşılmıştır. 
Mezar odaları daha Persler döneminde soyulmaya başlamış bunu Romalılar, Haçlı Orduları takip etmiş ve günümüzde de hazine avcıları tarafından soygun ve tahribata devam edilmiştir. Bu nedenle bir Lidya mezar odasında ölü gömme ve dinsel tören geleneğinin nasıl yapıldığını tam olarak anlamak olanağı şimdilik bilinememektedir.

Günümüzde bölge, turizmciler tarafından keşfedilmiş ve turizme açılmıştır. Önümüzdeki yıllarda Bintepeler ve Sardes ile birlikte, Kula Jeoparkı bölgemizin bacasız sanayi turizm açısından yeni kazanç kapısı olacaktır.
Özellikle hazine avcıları bu bölgenin ikibinbeşyüz yıldır soyulduğunu ve para edecek bir şey kalmadığını bilmeleri gerekir. Mermer ve taş blokların dinamitlenmesi hem boş bir çaba hem de kültür mirasına ihanettir.

Mustafa Uçar
Araştırmacı Yazar



4 Ekim 2017 Çarşamba

KURTULUŞ SAVAŞINDA SALİHLİ’DE KALAN UÇAK FİLOSU

Kurtuluş savaşı sırasında kara harekâtları ile ilgili birçok roman ve makale yazılmış olmasına karşın hava harekâtlarını anlatan yazılar çok azdır. Bu yazımızda o zamanın deyimi ile Tayyarecilerimizin Batı Cephesinde, İzmir’e doğru yaptığı görevlerinin sadece son bölümünden alıntılardan bahsedeceğiz.

“4 Eylül 1922 sabahı 08.30'da Afyon'dan havalanan üç av ve beş keşif uçağı on dakika ara ile Uşak meydanına indi. Ancak, yer destek malzemeleri (Yağ, benzin, yedek parça) henüz Uşak'a varamamıştı. Bu yüzden uçakların yapacakları keşif uçuşları gecikmeye uğradı. Bu nakil sırasında üçbuçuk ton uçak benzini yolların bozuk oluşu ve trafik tıkanıklığı yüzünden Afyon'dan Uşak'a ancak 24 saatte getirebildi.
Kara nakliyatı kamyonların eski olmaları nedeniyle çok zorlaşıyordu. Birinci Dünya Savaşı'ndan kalma demir tekerlekli kamyonlar, yollardaki köprüler geçişe uygun olmadığından Dumlupınar'dan ileriye gidemiyordu. Bu durum karşısında Bölük Komutanı Binbaşı Fazıl'ın Bölüğünün savaş gücünü kaybettiğini ısrarla rapor etmesine rağmen, üst komutadan kimse yardımcı olamıyordu.
 Bölükteki 15 pilot ve rasıt (Sonradan yetiştirilmiş) pilot, Uşak'taki uçakları çalışır tutabilmek için makinist gibi çalışıyordu. Civarda başıboş Yunan askeri dolaştığından, herhangi bir sabotajı önlemek için de sıkı güvenlik tedbirleri alınmıştı.
  5 Eylül 1922 günü Uşak, Alaşehir arasında keşfe çıkan uçağın motoru arızalandığından Karakuyu civarında mecburi iniş yaptı. Tamiri biten bir keşif uçağı da Afyon'dan Uşak'a uçarak getirildi.
   6 ve 7 Eylül 1922 günleri uçuş yapılmamıştı.
  8 Eylül 1922 günü Cephe Uçak Bölüğüne; çekilmekte olan Yunan birliklerinin Manisa, Nif (Kemalpaşa), Torbalı bölgesindeki durumunun tespit edilmesi ve dönüşte uçakların Alaşehir veya Salihli'ye inmesi emredildi. Yer destek ve bakım teçhizatı da bu amaçla Salihli'ye nakledildi. Cephe Uçak Bölüğü Salihli'nin kuzey-doğusuna 10 kilometre mesafedeki Dureselli Köyü yakınında hazırlanan meydana intikal etti. Böylece bölük İzmir'e daha çok yaklaşmış olacaktı. Aynı gün Türk birlikleri İzmir'e doğru ilerliyordu. Fakat uçak bölüğünün ağırlıkları Salihli'ye taşınamamıştı. Alaşehir ve Salihli'de birer meydan hazırlanması için bölgelere askeri birlik gönderildi.

  Türk Ordusu'nun İzmir'e Girişinde Türk Hava Kuvvetleri:
 9 Eylül 1922 günü Türk birlikleri İzmir'e girerken, Uşak'tan kalkan iki keşif ve bir av uçağı sabah 07.30'da Salihli meydanına iniyordu. Bölük o gün sekiz sorti (Dalış) yapmıştı.
 10 Eylül 1922 günü keşif yapılmadı. Yüzbaşı Fazıl'ın 26 Ağustos'ta düşürdüğü Yunan uçağının tamiri 11 Eylül 1922'de tamamlanmıştı. Breguet-14 B2 tipi Garipçe isimli keşif uçağı da, Uşak'taki iki Spad-XIII av uçağı ile birlikte Salihli'ye geldi.
 11 Eylül 1922'de; Uşak'ta bulunan Cephe Bölüğünün malzeme ve ağırlıkları demiryollarının özellikle köprülerin Yunanlarca tahrip edilmesi nedeni ile kamyonlarla Salihli'ye gönderildi. Ayrıca Uşak'taki gayri faal (Çalışamaz) durumda bir Breguet, bir Albatros-C XV ve bir De Havilland-9 uçağı bırakıldı.
  13 Eylül 1922'de Bölüğün Salihli meydanından İzmir'e intikali (Ulaşması) emredildi. 13 Eylül 1922 günü iki keşif uçağı İzmir'e intikal için havalandı, fakat motor arızası nedeniyle uçaklar tekrar Salihli'ye geri döndüler.
  Salihli'ye intikali gerçekleştiren Bölük Komutanı Binbaşı Fazıl, Seydiköy/İzmir'deki Gaziemir meydanının durumunu bilmediği ve üst makamlardan da bilgi alınamadığı için İzmir'e bu maksatla personel göndermişti. Bu personelden de henüz bilgi sağlanamamıştı.
  Havacıların İzmir'de Toplanması:
 14 Eylül 1922'de verilen emirli Sivil Pilot Vecihi'nin Gaziemir/İzmir meydanına gitmesi, daha sonra gelecek uçaklar için meydanın hazırlanması emredildi. Sivil Pilot Vecihi (Hürkuş) o gün gördüklerini şöyle anlatmıştı. "Kızılçullu istasyonunu görünce bende bir heyecan ve kuşku yarattı. Gördüğüm meydan uçaklarla dolu idi. Biraz daha yaklaşınca bunların Yunan kokartlı olduklarını ve düzensiz bir şekilde bırakılmış bulunduklarını gördüm. Yunan pilotları uçarak kaçmak yerine sandalla kaçmayı tercih etmişlerdi."
  14 Eylül 1922'de dört av, iki keşif uçağı 06.40'da İzmir'e indiler. Arızalı olan üç keşif uçağı ise Salihli'de bırakılmıştı. Bunlardan bir tanesi 15 Eylül 1922'de İzmir'e uçtu, kalan uçaklar motor arızası nedeniyle uçuşa devam edemedi. Biri Çoban İsa istasyonunun yanına, diğeri Seydiköy'e 10 kilometre mesafede bir yere mecburi iniş yaptı. Salihli Tayyare Meydanı, Bölük Komutanı Vekili Binbaşı Yahya'ya bırakılmış, Binbaşı Fazıl İzmir'e gitmişti.
  15 Eylül 1922'de Batı Cephesi Komutanlığı Çeşme ve Seferihisar bölgesinin havadan keşfini emretti. Yapılan keşif sonucu durum şu şekilde tespit edildi:” Kaçan Yunan birliklerinin öncüleri Alaca'yı geçmişti. Çeşme İskelesinde büyük bir kalabalık gemilere binmeye çalışıyordu. Çeşme limanı açıklarında 50 büyük nakliye gemisiyle, birliklerin kol başı, Urla - Çeşme şosesi üzerinde Alaçatı'ya girmek üzeriydi. Uçakta bomba bulunmadığı için kaçan Yunan birliklerine makineli tüfek ateşi açılmıştı.
Yukarıdaki anlatımdan da anlaşılacağı üzere, İnönü Savaşları ve Sakarya çarpışmaları sırasında üstün başarılar elde eden Tayyarecilerimiz, savaşın son günlerinde benzin, yedek parça eksikliğinden, son görevlerini Alaşehir ve Salihli’nin kurtuluş günü olan 5 Eylül 1922 tarihinde yapmış, 9 Eylül, İzmir’in kurtuluş gününün heyecanını kara ordusu ile birlikte yaşayamamışlardır.
Bu yazımızla tüm şehitlerimize bir kez daha minnet ve şükranlarımızı sunuyoruz.

Mustafa UÇAR
Araştırmacı Yazar

Kaynakça: Tayyareci.com