30 Mart 2018 Cuma

KURTULUŞ SAVAŞINDA SALİHLİ’DE KALAN UÇAK FİLOSU


Vecihi HÜRKUŞ Kendi İmal Ettiği Uçak ile













Kurtuluş savaşı sırasında kara harekâtları ile ilgili birçok roman ve makale yazılmış olmasına karşın hava harekâtlarını anlatan yazılar çok azdır. Bu yazımızda o zamanın deyimi ile Tayyarecilerimizin Batı Cephesinde, İzmir’e doğru yaptığı görevlerinin sadece Uşak ile İzmir arasındaki son bölümünü belgelerden alıntılarla bahsedeceğiz.
            “4 Eylül 1922 sabahı 08.30'da Afyon'dan havalanan üç av ve beş keşif uçağı on dakika ara ile Uşak meydanına indi. Ancak, yer destek malzemeleri (Yağ, benzin, yedek parça) henüz Uşak'a varamamıştı. Bu yüzden uçakların yapacakları keşif uçuşları gecikmeye uğradı. Bu nakil sırasında üçbuçuk ton uçak benzini yolların bozuk oluşu ve trafik tıkanıklığı yüzünden Afyon'dan Uşak'a ancak 24 saatte getirebildi.
Kurtuluş Savaşı Hava Filomuzdan Bir Tayyare
             Kara nakliyatı kamyonların eski olmaları nedeniyle çok zorlaşıyordu. Birinci Dünya Savaşı'ndan kalma demir tekerlekli kamyonlar, yollardaki köprüler geçişe uygun olmadığından Dumlupınar'dan ileriye gidemiyordu. Bu durum karşısında Bölük Komutanı Binbaşı Fazıl'ın Bölüğünün savaş gücünü kaybettiğini ısrarla rapor etmesine rağmen, üst komutadan kimse yardımcı olamıyordu.
             Bölükteki 15 pilot ve rasıt (Sonradan yetiştirilmiş) pilot, Uşak'taki uçakları çalışır tutabilmek için makinist gibi çalışıyordu. Civarda başıboş Yunan askeri dolaştığından, herhangi bir sabotajı önlemek için de sıkı güvenlik tedbirleri alınmıştı.
            5 Eylül 1922 günü Uşak, Alaşehir arasında keşfe çıkan uçağın motoru arızalandığından Karakuyu civarında mecburi iniş yaptı. Tamiri biten bir keşif uçağı da Afyon'dan Uşak'a uçarak getirildi.
Kahraman Havacılarımız
            8 Eylül 1922 günü Cephe Uçak Bölüğüne; çekilmekte olan Yunan birliklerinin Manisa, Nif (Kemalpaşa), Torbalı bölgesindeki durumunun tespit edilmesi ve dönüşte uçakların Alaşehir veya Salihli'ye inmesi emredildi. Yer destek ve bakım teçhizatı da bu amaçla Salihli'ye nakledildi. Cephe Uçak Bölüğü Salihli'nin kuzey-doğusuna 10 kilometre mesafedeki Dureselli Köyü yakınında hazırlanan meydana intikal etti. Böylece bölük İzmir'e daha çok yaklaşmış olacaktı. Aynı gün Türk birlikleri İzmir'e doğru ilerliyordu. Fakat uçak bölüğünün ağırlıkları Salihli'ye taşınamamıştı. Alaşehir ve Salihli'de birer meydan hazırlanması için bölgelere askeri birlik gönderildi.
            9 Eylül 1922 günü Türk birlikleri İzmir'e girerken, Uşak'tan kalkan iki keşif ve bir av uçağı sabah 07.30'da Salihli meydanına iniyordu. Bölük o gün sekiz sorti (Dalış) yapmıştı.
 10 Eylül 1922 günü keşif yapılmadı. Yüzbaşı Fazıl'ın 26 Ağustos'ta düşürdüğü Yunan uçağının tamiri 11 Eylül 1922'de tamamlanmıştı. Breguet-14 B2 tipi Garipçe isimli keşif uçağı da, Uşak'taki iki Spad-XIII av uçağı ile birlikte Salihli'ye geldi.
            11 Eylül 1922'de; Uşak'ta bulunan Cephe Bölüğünün malzeme ve ağırlıkları demiryollarının özellikle köprülerin Yunanlarca tahrip edilmesi nedeni ile kamyonlarla Salihli'ye gönderildi. Ayrıca Uşak'taki gayri faal (Çalışamaz) durumda bir Breguet, bir Albatros-C XV ve bir De Havilland-9 uçağı bırakıldı.
           13 Eylül 1922'de Bölüğün Salihli meydanından İzmir'e intikali (Ulaşması) emredildi. 13 Eylül 1922 günü iki keşif uçağı İzmir'e gitmek için havalandı, fakat motor arızası nedeniyle uçaklar tekrar Salihli'ye geri döndüler.
           Salihli'ye ulaşabilen Bölük Komutanı Binbaşı Fazıl, Seydiköy/İzmir'deki Gaziemir meydanının durumunu bilmediği ve üst makamlardan da bilgi alınamadığı için İzmir'e keşif amacıyla personel göndermişti. Bu personelden de henüz bilgi sağlanamamıştı.
          14 Eylül 1922'de verilen emirle Sivil Pilot Vecihi'nin Gaziemir/İzmir meydanına gitmesi, daha sonra gelecek uçaklar için meydanın hazırlanması emredildi. Sivil Pilot Vecihi (Hürkuş) o gün gördüklerini şöyle anlatmıştı. "Kızılçullu istasyonunu görünce bende bir heyecan ve kuşku yarattı. Gördüğüm meydan uçaklarla dolu idi. Biraz daha yaklaşınca bunların Yunan kokartlı olduklarını ve düzensiz bir şekilde bırakılmış bulunduklarını gördüm. Yunan pilotları uçarak kaçmak yerine sandalla kaçmayı tercih etmişlerdi."
           14 Eylül 1922'de dört av, iki keşif uçağı 06.40'da İzmir'e indiler. Arızalı olan üç keşif uçağı ise Salihli'de bırakılmıştı. Bunlardan bir tanesi 15 Eylül 1922'de İzmir'e uçtu, kalan uçaklar motor arızası nedeniyle uçuşa devam edemedi. Biri Çobanisa istasyonunun yanına, diğeri Seydiköy'e 10 kilometre mesafede bir yere mecburi iniş yaptı. Salihli Tayyare Meydanı, Bölük Komutanı Vekili Binbaşı Yahya'ya bırakılmış, Binbaşı Fazıl İzmir'e gitmişti.
          15 Eylül 1922'de Batı Cephesi Komutanlığı Çeşme ve Seferihisar bölgesinin havadan keşfini emretti. Yapılan keşif sonucu durum şu şekilde tespit edildi:”Kaçan Yunan birliklerinin öncüleri Alaçatı'yı geçmişti. Çeşme İskelesinde büyük bir kalabalık gemilere binmeye çalışıyordu. Çeşme limanı açıklarında 50 büyük nakliye gemisiyle, birliklerin kol başı, Urla - Çeşme şosesi üzerinde Alaçatı'ya girmek üzeriydi. Uçakta bomba bulunmadığı için kaçan Yunan birliklerine makineli tüfek ile ateş açılmıştı. “
        Kader böyle birşey; İnönü Savaşları ve Sakarya çarpışmaları sırasında üstün başarılar elde eden Tayyarecilerimiz, yoksulluğa yenik düşmüş, savaşın son günlerinde benzin, yedek parça eksikliğinden, son görevlerini Alaşehir ve Salihli’nin kurtuluş günü olan 5 Eylül 1922 tarihinde yapmış, 9 Eylül, İzmir’in kurtuluş gününün heyecanını kara ordusu ile birlikte yaşayamamışlardı.

Mustafa UÇAR
Araştırmacı Yazar


20 Mart 2018 Salı

BİNBAŞI FEVZİ TÜZÜNALP KENT PARKI ADINI NEREDEN ALIYOR

           Salihli’nin batısında yer alan kent parkının adı “Binbaşı Fevzi Tüzünalp”dır. Kent parkına adı verilecek kadar ne katkı sağlamıştır Salihli’ye? Herkes “şehit bir asker” zanneder ama Kimdir Binbaşı Fevzi? Soyadını kim vermiştir? Tüm bu soruların yanıtlarını, belgeleriyle birlikte, aşağıdaki gerçekleriyle okuyacaksınız:
     Asıl adı Feyzullah olan Fevzi Bey H.1311/M.1895 yılında, Erzurum’da doğmuştur. 27 Eylül 1327/1911 yılında o zamanki ismi “Mühendishane-i Berr-i Hümayün” olan Kara Topçuluğu Okulunda askerliğe adımını attı. Aynı okuldan, 17 Temmuz 1330/1914 tarihinde “Mülazım-ı Sâni (Teğmen)” rütbesi ile mezun olup, 9.Kolordu, 4. Süvari Topçu Taburu, Tarassut Zabitliğine (Gözetleme Subayı) atandı.
       1334/1918 yılında, 23. Fırka, 23. Sahra Topçu Alayı, 1.Tabur, 2. Bölük komutanlığı görevindeyken, Yunanın İzmire çıkması üzerine, Kuvay-ı Milliye (milli Güçler)e katıldı. İşte bundan sonra Salihli yılları başlıyor; İngiliz gözetimindeki, Yunan güçlerinden kaçırdığı 2 adet Cebel (Dağ) topunu İzmir’den, Salihli’nin Kömürcü Sivrisi adı verilen, Bozdağ’daki tepeye gizledi.
       O günlerde, bilindiği gibi Osmanlı ordusu terhis edilmiş, silahlara el konulmuştu. Salihli’de, Kuvay- ı Milliye güçlerini süvari birliğine çevirip, Kuvvay-ı Seyyareye (Gezici Güçler)   dönüştüren Çerkes Ethem güçlerini görünce onlara katıldı ve Dağ toplarını, Kömürcü sivrisi’nden Salihliye getirdiler.
Mülazım Fevzi bey, Çerkes Ethem ile birlikte, Anzavur, Düzce, Hendek, Bolu,Yozgat isyanlarına katılmış, Yozgat olaylarından sonra Mustafa Kemal ve Çerkes Ethem’in arası bozulunca, Ankara’da, Mustafa Kemal’in,ordusuna yani gerçek mesleğine dönüş yapmıştı.
        1 Mart 1337/1921 tarihinde, Sakarya Savaşında gösterdiği başarıdan dolayı Yüzbaşılığa terfi etmiştir. Kurtuluş savaşı sırasında 41. Topçu Fırkasında görev yapmıştır. 30 Ağustos 1931 tarihinde Binbaşı, 30 Ağustos 1938’de Yarbay ve 30 Ağustos 1943’de Albaylığa terfi etmiştir. Yurdun çeşitli bölgelerinde görev yapan Tüzünalp, 12 Ocak 1950 yılında Burdur Askerlik Şubesi başkanlığına atanmış ve buradan 18 Eylül 1950 tarihinde emekliye ayrılıp İstanbul’a yerleşmiştir.
        I.Dünya savaşı, Çanakkale savaşı ve Kurtuluş savaşına katılan Albay Fevzi Tüzünalp, Muharebe Gümüş Liyakat Madalyası (25 Nisan 1332/1916), 5. Rütbeden Mecidiye Nişanı (27 Mayıs 1333/1917), Harp Madalyası (11 Ekim 1333/1917) ve İstiklal Harbi Madalyası  (24 Mayıs 1926) ile onurlandırılmıştır. 
Albay Fevzi Tüzünalp

               TÜZÜNALP SOYADINI SALİHLİ’DEN ALDI
                Kurtuluş savaşı sırasında, Yunandan kaçırdığı iki toptan biri bugünkü Özyurt (Razlı) mahallesi sırtlarına diğeri Bintepeler mevkiine konmuş, Salihli’nin bir yılı aşkın süre savunmasına bu toplar yardımcı olmuştu. O zorlu günlerde Mülazım Fevzi Bey, Salihli halkı ile ilişkilerinde hep umut verici, şen ve kibar tavırları ile sevilen sayılan bir yiğit olarak gönüllerde taht kurmuştu.
Savaş bittikten sonra, 1934’de çıkan soyadı kanununa göre kendisine uygun soyadı verilmesi için Salihli Belediyesine dilekçe ile başvuran Fevzi beye, Salihli Belediye Encümeni, 24 Aralık 1934 tarih/ 694 Karar No. lu toplantı sonucu TÜZÜNALP soyadını vermiştir.
              Salihli Belediyesinin Binbaşı Fevzi beye gönderdiği yazıda:
              “ Binbaşı Bay Fevzi,
Ulusal Kurtuluş savaşının başlangıcında ilk mermilerinizle Türk’ün asil yüreğinizdeki kudreti düşmana haykırdığınız ve ilan ettiğiniz Üçtepelerdeki, Kömürcü Sivrisindeki fedakârlığınızı Salihli unutmadı. Salihli’de kime sorulsa Topçu Mülazım Fevzi beyin alplığını saygı ile anar, hizmetini şükranla söyler.
             Mülazım Fevzinin topu sadece Salihli ufuklarında değil, Türk yurdunun geniş ufuklarında yaptığı yankılar Salihlililerin kulağında bir kurtuluş tarakkası (Gümbürtü) olarak uğuldar.
            Sizin hizmetiniz Salihlide bir kahramanlık hikâyesi olarak yetişen nesillere intikal edecektir. Var olunuz.
             Buradaki hatıranızı, buradan bir soyadı almak suretiyle yaşatmak hususundaki düşüncenizi taktir ettik. Bitiğinizi (Dilekçe) Belediye encümenimiz okudu. 24.12.1934 günemeçli (Tarihli) ve 694 numaralı kararla size mütefikhan (Oy birliği ile) -Tüzünalp- soyadını muvafık (Uygun) gördü.
            Tüzün asil (Soylu) deyişe, Alp da kahraman, cengâver (Savaşçı) deyişine geldiği için asil Muharip kahraman karşılığı olarak bu soyadı seçildi.
           Siz buradaki ilk harplerin asil kahramanısınız. Erliğiniz ve alplığınızla günenç içinde yaşamanızı diler memleketin saygılarını sunarız. Sayın Fevzi Tüzünalp kardeşimiz. 25.12.1934
  
                                                                                                                         Belediye Başkan V. Rıza “
yazmaktadır.
          Yıllar sonra, Salihli Belediyesi bu kahraman askerin adını kent parkına vererek onu nesiller boyu anılmasını sağlamıştır. Sadece parkın tabelasına, son rütbesi olan Albay olarak değil, soyadı verildiği tarihteki Binbaşı rütbesi ile yazılmıştır.

          Yazıdan da anlaşıldığı gibi memleketimizde park, sokak ve caddelere ismini verecek daha çok ama unuttuğumuz, onur duyacağımız bireylerimiz vardır. Tarihi geçmişi 200 yılı geçmeyen Amerikan vari sokak ve caddelere numara verilmesine gerek yoktur. Onlarda iki elin parmakları kadar az sayıda onur duyacakları, kahramanları vardır bu sebeple caddelerine numara veriyorlar. Bizde o kadar çok gurur kaynağımız, kahramanlarımız var ki yapacağımız, sadece tarihimize dönüp bakmak, bu güzel memlekete hizmeti geçen evlatlarımıza sahip çıkmaya özen göstermektir.

Mustafa Uçar


ÇANAKKALE SAVAŞLARINDA SALİHLİLİ BİR KÜÇÜK KAHRAMAN


Dün akşam, Salihlide yayın yapan Radyo Gökkuşağında “Salihliden Yansımalar” isimli her hafta Perşembe günleri saat 21.00-22.00 saatleri arasında yayınlanacak yeni bir programa katıldık. Orada bugüne yani 18 Mart 1915 tarihine uygun Salihlinin Çanakkale’ye yansımalarından iki gerçek öykü anlattım: bu öyküleri maalesef hiç bilmiyoruz. İlki, dün AA haber ajansı tarafından yayınlanan haber, buyurun okuyalım;
Çanakkale savaşlarının gizli kahramanlarından 13 yaşındaki Mehmet'ten, dönemin gazetelerinde "geceleri düşman mevzilerine bomba atan gözü pek ve cesur kahraman" olarak bahsedildi.

Tarihin akışını değiştiren Çanakkale Zaferi'nin kaderine yön veren ancak isimleri bilinmeyen gizli kahramanların gösterdiği özveri ve fedakârlıklara dönemin gazete ve dergileri geniş yer ayırdı.
Tasvir-i Efkâr gazetesinin 8 Ocak1916 tarihli nüshasında ise İzmir'in Salihli ahalisinden kahveci Mustafa Ağa'nın 13 yaşındaki oğlu Mehmet'in 6 ay süreyle Seddülbahir ve Kirte'de gündüzleri yaralı askerlerin tedavisine yardım ettiği aktarıldı, geceleri de düşman mevzilerine bomba atan küçük kahramanın gözü pek ve cesur kişiliğinden bahsedildi.
Ordu komutanından madalya aldı
O dönem bu özellikleriyle tanınan küçük Mehmet'e Beşinci Ordu Kumandanı Liman von Sanders Paşa'nın teftiş amacıyla geldiği Soğanlıdere'de kendi eliyle Alman Demir Salib nişanı verdiği, devletin de küçük askeri Osmanlı Harp Nişanı ile ödüllendirdiği anlatıldı.
Bize de bu bilinmeyen kahramanın soyundan halen Salihli’de yaşayan kimse var mı, bulabilir miyiz? Diye soruldu… Cevabım %99 bulamayız ama %1 ihtimali değerlendirmeye çalışırız oldu…
İkinci gerçek öyküyü çocukluğumda rahmetli dayım anlatmıştı. Bilen bilir, bizim baba mesleğimiz Gazoz imalatçılığı. Gazozlarımızı at arabası ile köylere dağıtırdık. Yine öyle bir köy seyahatinde, Çay köyden geçiyoruz dayım dedi ki” Mustafa bu köy neden hiç gelişmeden böyle 8-10 hane biliyor musun?” Hayır dercesine yüzüne baktım o devam etti:” Bu köyün bütün erkekleri Çanakkale savaşında şehit düştü. Geriye kalan eşler, çocuklarını alarak baba evlerine döndüler sonra buraya başkaları gelip yerleşti ama hala gelişme olmadı. Benim babam ve senin deden de orada şehit olduğu için aklıma geldi sana anlatı verdim..”dedi.
Sahi Çay köy hala gelişmemiş durumda. Öykünün gerçekliğini araştıralım mı?
Aziz şehitlerimize rahmet, minnet ve şükranla…
Mustafa Uçar
Araştırmacı Yazar

2 Mart 2018 Cuma

KARAMAN MI HAMİDİYE Mİ?


               Salihli ilçe merkezinde bulunan ve halk tarafından “Karaman Camii” olarak bilinen caminin giriş kapısı üzerinde bulunan tabelasında ismi “Hamidiye Camii” olarak değiştirildi.
Günümüz Hamidiye Camii

            Bazı kişiler bu değişikliğin nedenini tartışır duruma geldiler. Bu yazımızda konuyla ilgili tarihi gerçekleri ortaya koyarak, cami hakkında bilgilendirme yapmayı uygun gördük.
          Efendim, gerçekte halkın Karaman Camii olarak bildikleri ibadethanenin orijinal adı Hamidiye Camiidir. Cumhuriyetten sonra Salihlimizin bazı yer ve mahallelerini adı değişmiştir. Hem Hamidiye Mahallesinde oluşu hem de Sultan Abdül Hamid Han döneminde yapılmasından dolayı, biraz da zamanın Kaymakamının değerlendirmesi ile bu ismi almıştır.
      Caminin yapım fikri, çarşı, Hükümet binası vb. yerlerin kısacası şehir merkezinin bu mıntıkaya kayması ve Burhaniye (Kocaçeşme) Camisinin uzak olmasından doğdu. Bu arada bugünkü STSO önünde yer alan Çarşı caminin yapım yılı 1930’dur. Geçen aylarda gazetelerde “137 yıllık cami restore edildi” haberleri çıkmıştı. Eğer bu haberleri yapanlar, caminin kitabelerine dikkat etseler caminin H.1346 - Miladi 1930 yılında yapıldığını göreceklerdi. Tarihler minarenin kuzey üst yönünde bugün bile yer almaktadır. Kaldı ki caminin bulunduğu alan eski itfaiye garajı dahil 1930 öncesi mezarlıktı.
      Biz dönelim Hamidiye Caminin öyküsüne: Halkın bu isteğine o yıllarda kentimize Kaymakam olarak atanan Osman Nuri Bey de öncülük etmiş, 1882 yılında temeli atılarak 1887 yılında tamamlanmıştır. Cami tamamen halkın maddi katkıları ile zamana yayılarak  yapılmıştır.
Kapı Kitabesi
   
     Minaresindeki kitabede “ H-1313 (M-1897) senesi Poyraz Karyesinden (yerleşiminden) El-Hac Ali Ağa bu minareyi yaptırdı” yazmaktadır ki sonradan yapıldığı anlaşılır.
     Caminin yapımı sırasında Kaymakam Osman Nuri Bey, Padişaha dilekçe yazarak “halk kendi cebinden yaptırdığı bu camiye eğer izin verilirse Sultan Hamid’in adının verilmesini istediğini” bildirir. Padişah isminin böyle kutsal bir mekâna konulmasından memnundur, gerekli izni verir ve ayrıca Kaymakamı berat nişanı ve maaşla ödüllendirir.
     Hamidiye Cami ilk yıllarda hem ibadethane hem de Medrese (Okul) olarak kullanılmıştır. Okulun ilk Müderrisi (Öğretmeni) Müftü Mehmet Latif Efendidir. Medrese günümüz Bağlarbaşı Sokak üzerinde, caminin batı tarafında, günümüzdeki sokağın üzerinde yer alıyordu.
 
1900 Yılında Hamidiye Camii
Caminin giriş kapısı üzerindeki Kitabede:

Hüve’l-Hallâkû’l- Bâkî
İmâmül- Müslimîn Sultan Hamîd’in devr-i mes’ûdı
Niçe âsâr-ı umrân u terâkkî eyledi peydâ
Biri ez-cümle bu câmî’ vücûdı lâzım olmuşdı
Yapıldı sâyesinde tarz-ı hûb üzre nazar-pirâ
Muvaffak oldı sa’y-ı ehl-i hayrât ile te’sîse
Cenâb-ı Mir-i Osmân âferîn bâd âferîn bâdâ
Salât-ı hams’i bâ-safvet edâ etdikçe mü’minler
İde sa’yini meşkûr ehl-i hayrın Hâlik-ı yektâ
Didi tevhîd ile târih ü nâmın Necmiyâ hâtif
Ne hûb oldı Hamidiyye mübârek eylesün Mevlâ

Günümüz Türkçesi ile yazarsak;

Müslümanların imamı Sultan Hamid’in mutlu devrinde
Nice mamur eserler ve ilerlemeler ortaya çıktı
Biri kısaca bu caminin ortaya çıkması lazım olmuştu
Onun sayesinde bakışı süsleyen güzel bir tarzda yapıldı
Hayrat ehlinin çalışması ile yapılması başarıldı
Osmanlıların Padişahına aferinler olsun!..
Mü’minler beş vakit namazı temizlikle eda ettikçe
Allah onun çalışmasını şükretmeye layık kılsın!..
Ey Necmî, gâipten gelen ses “tevhid” kelimesi ve adınla bir tarih söyledi
Ne güzel oldu Hamidiye camii; mübarek olsun!...

Yapılış tarihi ebced hesabıyla;
 Necm: 93+1, tevhid; 94’ göre Hicri 1294/Miladi 1877-1878
Çeviri: Prof.Dr.Namık AÇIKGÖZ
 
Minare Kitabesi
      Ne yazık ki Hamidiye cami iki kez yangın atlattı. İlkinde hemen müdahale ile içindeki bazı halı ve benzeri eşyaların yanması ile kurtuldu. Ancak Kurtuluş Savaşı sonunda kaçan Yunan askerlerinin şehirde çıkardığı büyük yangında önemli ölçüde hasar gördü. Bu yangını, Hasan Ildız “Akdenize Koşanların Türküsü” adlı destansı şiirinde de anlatır. Şiir  dehşeti tüm çıplaklığı ile yaşatır bu nedenle burada sadece birkaç mısrasını yayınlayacağım;
Kurtuluş savaşı Yangın sonu Cami içi
 Kırveli üzerinden,
Yörük mahallesinden,
Gördüler bir toz bulutu içinden,
Gördüler atlıların hışımla geldiğini.
Fırladılar evlerinden çoluk çocuk;
Döküldüler sokaklara bütün Salihli.
Çok geçmeden anladılar ki,
Gelenler Türk değil, düşman süvarileri.
Kurudere yolundan girdikleri şehri
Taş üstünde taş koymadan yakıp geçtiler.
Göğe vuran alevlerin içinde,
Karaman camisinde bu kez,
Tam üç yüz yetmiş altı kişi.
      Şiirde sayısı verilen insanlar kahraman süvarilerimiz ve halkın yardımı ile yanmaktan son anda kurtarılmışlar ama, yangın öylesine büyüktü ki o güne kadar  özgün   kubbeli çatısı çöktü. Günümüzdeki kiremit çatı kurtuluş savaşının o yokluk günlerinde yapıldı ve öylece kaldı.

     Hemen karşısında iki katlı Hükümet binası yer alıyordu, savaştan sonra burası Karaman hanı, kahvesi, çarşısı olarak anıldı. İşte o yıllarda halk arasında “Karamanın oradaki cami, Karamanın Cami” derken caminin adı Karaman Cami olarak anılmaya başladı. Günümüzde tekrar gerçek adına kavuştu. Ama halk Hamidiye ismine çabuk alışır mı? Kim bilir? Bekleyip göreceğiz.