26 Ağustos 2016 Cuma

EZOP’UN SARDES’TE YAŞADIĞINI BİLİYOR MUSUNUZ?

ÜNLÜ FABL* YAZARI EZOP’UN SARDES’TE
YAŞADIĞINI BİLİYOR MUSUNUZ?

Yıllardır Lidya ve Lidyalılar hakkında yaptığım araştırmaları burada sizinle paylaşıyorum; altın zenginlikleriyle ünlü bu “Bilge Ulus” Lidyalıların tarihlerinin de azımsanmayacak kadar zengin olduğuna tanık oluyorum. Lidyalıların dünyası baştanbaşa çözülmeyi bekleyen gizemlerle doludur. Her gün haklarında yeni bir şey öğreniyorum. Bu defa edebiyat alanında beni şaşırtan bir sonuca ulaştım, sözü uzatmadan yeni buluşumu aşağıya yazıyorum. Umarım okuyunca siz de şaşıracaksınız.

Yaşamı hakkında çok az şey bilinen ünlü antikçağ hikâyecisi Ezop (Yunanca: Aisopos),   anlatıldığı gibi bir hayal ürünü değil Lidya’nın başkenti Sardes’te yaşayan gerçek bir insandır:
  Kimilerine göre Sisam adası, kimilerine göre Trakya’da bir köyde doğan bir köylüydü. İkinci sahibi, Iadmon adında bir Lidyalı idi ve Ezop’a öğrenmedeki çabukluğunun, zekâsının, hazır cevaplığının bedeli olarak özgürlüğünü vermişti.
Ezop,  Aisopos
Antik çağ yazarları Ezop’un fiziki yapısının çok çirkin olduğunu yazar ve şöyle tanımlar; siyahımsı, kambur, kekemebir boksör burnu ve bir üçgen kafa ile çarpık bacaklı…
 Özgürlüğünü kazandığı dönemde günlerini bir bilim, kültür, sanat merkezi olan Lidya Krallığının başkenti, zengin Sardes’e doluşmuş bilge ve düşünürlerin derslerine katılarak, kendisini geliştirerek geçirdi. 
Yaradılışında var olan zekâsı, hazır cevaplığı, zor sorunları bile aşmada gösterdiği örneklemeli çözümleri üretmesi aldığı bu derslerle daha da gelişti.
Zekâsı ve hazırcevaplığı son Lidya Kralı Karun’un (Croesos) kulağına gitti. Bazı yazarlar Kral Karun’u ziyaretinde Solon ile tanıştığını ve arkadaş olduğunu belirtirler.
Bir zamanların çirkin kölesi, şimdi Karun’un elçisi olarak şehirden şehre koşuyordu. Mısır’a, Babil’e gönderildi. Gittiği kentlerde halkın sorunlarını çözmek için öyküler anlatıyor, ilgi çekiyordu. Antik çağın ünlü bir siması olmuştu.
Görevli olarak, Delphi’deki kehanet evine Karun’un hediye olarak gönderdiği altınları götürdüğü bir gün, bilicilere verdiği yanıtlar ve Delphi halkına yaptığı konuşmalar beğenilmedi. Anlatılara göre: Delphi’deki biliciler kendilerini alaycı bir şekilde “Halkı soyan aç gözlü, dolandırıcılar” olarak eleştiren Ezop’un torbasına gizlice bir şişe altın koyarlar, tapınağın çıkışında üst araması yaparak yakalatırlar. Delphi halkına hakaret eden ve hırsızlık yapan Ezop’u teslim ederler.
Halk Kendisini döverek bir ders vermek istiyordu. Ezop etrafındaki çemberin darıldığını gördüğünde Delphi’deki uçurumun kenarına varmıştı. Kimi araştırmacılara göre Linç edilerek öldürülmektense kendisini uçurumdan atmayı tercih etti. Kimilerine göre ise halk tarafından linç edilerek uçurumdan atıldı.
 Delphi elçileri Karun’a “Gönderdiğin altınlardan ve hediyelerden çalıyordu, bu sebeple biliciler cezalandırdı” dediler, olayı anlattılar.
Delphoi  
Suçlu gösterilerek öldüğünden çabuk unutuldu. Ancak elçi olarak gezdiği şehirlerde anlattığı hikâyeler unutulmadı. Ezop’un masalları başlangıçta yazılı değildi. Yaşlılar bildik­leri masalları gençlere anlatır, bunlar kulaktan kulağa dolaşırdı. 
Öykülerinde eleştirici, sorgulayıcı bir tavır ve mantığın egemen olduğu görülmektedir. Anlatılan öykülerin çözümlemesi yapıldığında bunu anlayabiliyorsunuz. Anlatılan masalların insanları düşünmeye ve yorumlamaya davet ettiği açık. Arif olan anlar duygu ve düşünce­siyle hareket edilmiş, insanlığın durumu evrensel düzeyde tartı­şılmıştır.
 Filozof Sokrat’ın hapisteyken, Ezop’a ait bazı masalları koşuk biçimine getir­diği söylenir.  Masalların bilinen en eski derlemesi, İÖ. 4 yy. da Phaleros'lu Demetrios tarafından hazırlanmış, bu derleme daha sonra, İS birinci Yy. da Latince olarak Phaedrus, Yunanca olarak Babrios tarafından yeniden kaleme alınmıştır. "Ezop Masalları" daha sonra 17 yy. Fransız yazarı Jean de la Fontaine'in fabıllarına esin kaynağı olmuştur.
Bilim adamı ve Index derleyicisi Edwin Perry, 1965 yılında kaleme aldığı Ezop hakkında antik açıklamalarında, Karun dönemindeki olayların tümünü kabul eder ama Delphi’deki öldürülme olayına inanmadığını bildirir.
Roma dönemi kayıtlarının hemen hepsinde adından söz edilmekte, İÖ 620-500 tarihlerinde Sardes’te yaşadığı belirtilmektedir. 3 yy. şairi Callimachus ondan "Sardesli Ezop"   ve Tire doğumlu, Romalı yazar Cassius Maximus Tyrius   "Lidya adaçayı" diyerek eserlerinde söz ederler. Bu kanıtlar bile Ezop’un Sardes’te yaşadığına yeter. Halen toprak altında bulunan Lidya kayıtları gün yüzüne çıktığında Ezop hakkında daha çok bilgi ve belki öykülerine de ulaşacağımızı umuyorum.
Aristotales, Ezop'un yolsuzluktan yargılanan bir siyasetçiyi tilki ile kirpinin öyküsünü anlatarak nasıl savunduğunu şöyle anlatmıştır:
 Ezop mahkemede "Bir tilkinin, başı pirelerle derde girmiş, bir kirpi de onu pirelerden kurtarsın mı diye sormuş, tilki, 'Hayır, bu pireler doydu, artık fazla kan emmiyorlar. Onları kovalarsan, yerlerine yeni, aç pireler gelir' demiş", dedikten sonra, jüriye dönerek, sözlerini şöyle bitirmiş: "Dolayısıyla saygıdeğer jüri üyeleri, müvekkilimi cezalandırırsanız onun yerine onun kadar zengin olmayan birileri gelir ve sizi daha da beter soyar."

 KURT İLE AT
Kurdun biri bir tarladan geçiyormuş, boydan boya arpa görmüş. Kurt ne yapsın arpayı? Yiyemez ki! Bırakıp gitmiş.
Yolda Önüne bir at çıkmış. Onu görünce:
“Ben de seni arıyordum’ demiş; “şurada arpa buldum, ama yiyemedim, sana sakladım, bayılırım senin dişlerinin gıcırtısına. Gel, sen ye, ben de seyredeyim.”
At kanmamış bu sözlere: “Yahu,” demiş, “ben kurtları bilmez miyim? Sen arpa yiyebilseydin karnını doyurmak zevkini bırakır da kulaklarının zevkini düşünür müydün?” demiş.
Yaratılışlarından kötü olanlar, kendilerine iyilik ediyormuş gibi bir süs verseler de gene kimseyi kandıramazlar.

TİLKİ İLE ÜZÜMLER
Tilki çok acıkmış ve bir bağa girmiş. Üzümlerin iştah açıcı görüntülerine bakarak, karnını doyurmak İstemiş. Ancak, bir türlü yetişip de, o güzelim üzümlerden koparıp yiyememiş. Bu sefer de, “önemli değil canım, nasıl olsa hepsi ekşiydi” demiş.
Elde edemediğimiz bir şeyi kötülemek, çok kolaydır.

Mustafa Uçar
Araştırmacı-Yazar





* Fabl, öğüt ya da ders vermek için anlatılan, kahramanları hayvanlardan seçilmiş kısa bir öyküdür.

4 Ağustos 2016 Perşembe

PARA LİDYA’DA İCAT EDİLDİ



       Sonsuz ışıltısı, parlaklığı ve az bulunurluğu ile altın insanoğlu için daha ilk çağlarda değerli bir madendi. Ancak altın ilk zamanlarda sadece süs olarak kullanılıyordu. Altının paraya dönüşmesi M.Ö 670 yılında ve Lidya Krallığının başkenti Sardes’de gerçekleşti.
Dünyanın İlk Parası

         Günümüzde bu görüşü benimsemeyen çevreler hatta akademisyenler bulunmakta. Konuyla ilgili bilgilerimizi belgeler ile destekleyerek siz okurlarımızla paylaşalım; 
        Peter L. BERNSTEIN, “Altının Gücü"isimli kitabında “Herhangi bir maddenin para olarak kullanılabilmesi için, değeri tek başına yeterli değildir. Değeri olan birçok şey para yerine geçmez. Aslında en etkin para biçimleri, kağıt veya elektronik para gibi aksi halde önemli bir yarar sunmayacak nesnelerden geliştirilmiştir”der.
        Doğruluğunu kanıtlamak için bir kaç örnek de verir: “İngiltere’de ilk zamanlarda sığır ve köleler para yerine kullanılmaktaydı. Ortaçağda karabiberi para olarak kullanmak çok yaygındı. II. Dünya savaşından hemen sonra sigara para birimi olarak kullanılmıştır. Modern zamanlarda yararlı hiçbir nesne asla uzun süre para olarak kullanılmamıştı.
Altın ise tam aksine, son derece yumuşak doğası nedeniyle, her zaman kullanışsız bir metal olmuştur. Ayrıca toplamda yanlızca 125.000 ton altın bulunduğunu düşünürsek birçok alanda kullanılamayacak kadarkıt olduğunu açıkça görürüz.
       Ancak altının para olarak kullanılması, aynı amaç için kullanılacak diğer yararsız maddelerle karşılaştırıldığında açık bir üstünlüğe sahiptir. Asya'nın bazı bölgelerinde para birimi olarak kullanıldığı öne sürülen bir çeşit deniz salyangozu kabuğu ile kıyaslandığında altın belirgin biçimde dayanıklıdır ve parçalanmaz. Her altın parçası büyüklüğüne ya da küçüklüğüne bakılmaksızın dünyanın her yerinde yüksek bir değere sahiptir.Dahası her altın parçası ağırlığı ve saflığı ile değerlendirilir. Bu özellikleri sığırlara, kölelere, karabibere veya deniz kabuklarına uygulamak pek mümkün değildir.” açıklamasını getirir.
      Böylece altın insanoğlunun birikim ve ticaret hayatına ilk adımını atar. Genelde takas sistemi vardır ama altın küçük külçe ve şekillerle ticaretin vazgeçilmezidir. Burada da altının saflığı ve  ağırlığı sorun yaratıyordu. Her işlem için saflık testi yapmak ve altını teraziye koyup ağırlığını tartmak gerekiyordu.
      Sikke üretmek, tartı ve saflık testi gibi bıktırıcı işlerin üstesinden gelmek için zekice bir  buluştu. İşte ilk para diyeceğimiz sikkenin ortaya çıkması M.Ö 670 yılına rastlar. Anadolu hakkındaki tarih bilgilerini gerçeklerle mitolojik öykülerin karışımından oluşan “Tarih” kitabında, M.Ö 500 yıllarında Halikarnas’da(Bodrum) yaşamış Herodot’dan öğreniyoruz.
       Herodot, altının Lidyalılarca bulunmasını Dianysos ile Midas arasında geçen “Neye dokunursam altın olsun” öyküsünde anlatır. Öykünün sonunda Midas’ın altın büyüsünden kurtulduğunu ama yıkandığı Paktolos ırmağının altın akmaya başladığını, o kadar ki Lidyalıların kestikleri hayvan postlarını Paktolos ırmağına attıklarını ve yünler arasına doluşan altınları topladıklarını aktarır.
       Herodot bize Lidyalıların,  "Parayı icat eden, altın ve gümüş sikke kullanan ilk insanlar olduklarını ve ilk perakendeci tüccarların da onlar olduğu” bilgisini verir. Bugün Salihli ilçesi yakınlarında bulunan Sardes kentinde ilk pazar yerinin kurulduğunu, burada et ve tahıldan mücevher ve müzik aletlerine kadar geniş ürün çeşitlerinin satıldığını anlatır.Herodot bu satıcılar için “Kaphloi (Kapelot) sözcüğünü kullanır. Yunan argosunda “büyük şapkalı adam” anlamına gelir ama modern deyişle “seyyar satıcı, işportacı” denilebilir.
Lidyalıların para ve ticareti geliştirmeleri rastlantı değildi. Başken Sardes, altın dolu alüvyon toprağı ile akan Paktolos (Günümüz Sart çayı) ırmağının kenarında kurulmuştu. Zekice buluşlarından biri de siyah renkli “mihenk taşı”dır ve altının saflığını test etmede kullanılır.
         M.Ö 7. yüzyıl başlarında basılan ilk para fasulye tanesi şeklindeki “electrum” madeninin topaklarındandı ve adına ‘elektrum’ yada  ‘dump’deniyordu. Dumplar 7.2 gr. Gelen ağırlıkları ve boyutları ile kolayca el değiştirilemiyordu. Üstelik üzerlerinde değerlerini belirten bir damga da yoktu sadece kralın mührü vardı.
     
Ardys dönemi para
 Kral Gyges, para konusunda bir devrim yaparak özel kişilerce para basımını yasaklamış ve dump basımı üzerinde devlet tekeli oluşturmuştu. Gyges’den sonra tahta çıkan Ardys daha etkin bir para sistemi geliştirdi.
     Ardys, Elektrum paraların üzerine, Gyges’in Mermnand hanedanı için hazırlattığı “aslan başı” logosunu bir yüzüne, diğer yüzüne de paranın değerini belirten semboller işletmişti. Para icadı üzerinden 50 yıl gibi bir zaman geçtikten sonra tek tip, yuvarlak ve düzgün bir şekle kavuşmuştu. Ancak para, hâlâ saf altın veya saf gümüşe dönüşememişti. Bu sorunu da Lidyanın son Kralı ünlü Krezüs çözecekti.
    Krezüs tahta geçtiği M.Ö 575 yılında para ve mutluluğun birbirinden ayrılmaz olduğuna inanmıştı. Zenginliğin çekiciliği ve kralların desteklerini alan bilim adamları, sanatçılar başkent Sardes’de bilime,kültüe ve sanata katkıda bulunmaya başlamışlardı. Ergime ısısının keşfinden sonra electrum topaklar artık saf altın ve gümüşe dönüştürülüyordu. Kral bununla da yetinmemiş dolaşımdaki eski paraları toplatıp yenileri ile değiştirdi. Topladığı Elektrumları ise eritip saflaştırdı.
   
 Kral Krezüs sikkelerin ön yüzüne Hanedanın ve Krallığın logoları olan aslan başı ve boğa başlarını kabartma şeklinde resmetti. Arka yüzde paranın değerini gösteren, numizmatik tekniğinde, dik dörtgen ve kare biçiminde çukur işaretler bastırdı. En önemlisi yeni sikkelerin sınıflandırma ve ağırlıklarını eski sikkelere olabildiğince uygun biçimde yapmış bu yeni sınıflandırmaya “stater”denmişti.
      Halk arasında Krezüs parası anlamına gelen “Croiseios” adı ile anılmaya başladı. Croiseioslar üçte bir anlamına gelen “Trite”,altıda bir anlamında “Hekle” ve onikide bir anlamında “Obol” olarak üç birim değerleri taşıyordu. Krezüs’ün reformları tamamlandığında dünyanın ilk imparatorluk para birimi ortaya çıkıyordu.
       Bazı bilimadamları Lidya’da para basımının M.Ö 700 yılından önce hatta 50 yıl daha önce ortaya çıktığına inanırlar. Herodot bu tarihi M.Ö 687 olarak yazmıştır. 
          1951 yılında Efes antik kentinde çalışan bir grup arkeolog, M.Ö. 60 yılında inşa edilen Artemis Tapınağı kalıntılarından 3000’den fazla Lidya sikkesi buldu. İçlerinde damgalanmamış dump’lar, aslan başı basılı sikkeler buldular. dİkkatli bir inceleme, ilk gerçek sikkelerin M.Ö 635 civarına uzandığını doğruladı. Bu buluş aynı zamanda Herodot’un haklı olduğunu da kanıtladı.

Mustafa UÇAR
Araştırmacı Yazar