10 Aralık 2019 Salı

SALİHLİ TARİHİNE DAMGASINI VURAN YER: TREN İSTASYONU

Salihli Kent Müzesinde yer alan bir panoda “ 1920’li yıllarda tren yolunun açılması ile gelişmeye başlayan Salihli…” şeklinde başlayan bir cümle vardır. Evet, Salihli tren yolunun açılması ile gelişmeye başlamıştır ama belirtilen tarihten 45 yıl önce demiryolu açılmış ve kent 1875 yılından itibaren gelişmeye başlamıştır.
Bize tren garını, Mithat Paşanın açtığı da öğretilmiştir ama Mithat Paşa sadece istasyon ile Hamidiye Cami arasındaki bugün adı “Sevgi Yolu”na çevrilmiş, Mithatpaşa caddesini açmıştır. Kentimizin tarihinde önemli rolü olan İstasyonumuzun doğrularını belgelerden aktaralım:
“İzmir-Kasaba (Turgutlu) ve devamı demiryolu hattının yapım yetkisi 4 Temmuz 1863’te Edward Price adında bir İngiliz vatandaşına verilmiş,   bu yetki bir yıl sonra kısa adı SCR olan İzmir-Kasaba Demiryolu Şirketi’ne (Smyrna-Cassaba Railway Company) devredilmiş ve hat bu İngiliz şirket tarafından inşa edilmiştir. Salihli İstasyonu diğer birçok istasyonlar gibi “baraka tipi” ahşaptan inşaa edilmiş ve 2. sınıf istasyon olarak kayıtlara girmiştir.
Salihli 2. sınıf Tren İstasyonu 1875

Demiryolu hattı Osmanlı hükûmeti tarafından 17 Şubat 1893'te Uluslararası Yataklı Vagon Şirketi'nin sahibi olan Georges Nagelmackers'a satılmıştır. 16 Temmuz 1893 tarihinde ise mevcut demiryolu hattını işletmek ve yeni demiryolu hatları inşa etmek için Fransız "Société Ottomane du Chemin de fer de Smyrne-Cassaba et Prolongements (SCP)" Şirketi' kurulmuştur. Bu Fransız şirket 1895 yılında bugünkü Gar binasını betonarme olarak yenilemiştir.
SCP Şirketi'ne, mevcut demiryolu hattını doğuda Alaşehir'den Afyonkarahisar'a uzatmak için yeni bir imtiyaz verilmiştir. Ancak Afyonkarahisar bölgesindeki demiryolları ve Afyonkarahisar Garı'nı inşa etme ve işletme hakkı Anadolu Demiryolları (CFOA) Şirketi'ne ait olduğu için, CFOA Şirketi ile SCP Şirketi arasında bir anlaşma imzalanmış ve Alaşehir-Afyonkarahisar hattı 1899 yılında hizmete girmiştir.
Nafıa Vekili İbrahim Edhem Paşa

Osmanlı Bayındırlık Bakanlığı (Nafia Nezareti), ikinci bir anlaşma ile aynı şirkete demiryolu hattının Alaşehir’e kadar uzatma iznini vermesinden sonra başlayan inşa çalışmaları sonucunda, demiryolu hattı, 1 Mart 1875’te Salihli’ye ulaşmıştır. Salihli İstasyonu’nun resmi açılışı Zamanın Nafia Nezareti Nazırı (Bakanı) İbrahim Edhem Paşa tarafından 13 Mart 1875, Cumartesi günü, saat 11.30’da yapılmıştır.”
       Aydın Valiliği’ne atanan ve kısa bir süre (1880-1883) İzmir Valiliği yapan Mithat Paşa, Salihli’yi ziyarete geldiğinde İstasyon ve Kocaçeşme arasında yer alan ve kendi adını (Bugün Sevgi Yolu) taşıyan caddeyi açtırmış; etrafına çınar ağaşları diktirmiş, eski Karaman Otelinin (Bugün Karaman İşhanı) bulunduğu yere Hükümet binası yaptırmıştır.
Mithatpaşa caddesi üzerindeki dikilen ağaçlar, 1956 yılında kesilerek yerine bugünkü çam ağaçları dikilmiştir. 1875 yılında, İstasyona dikilen çınar ağaçları Salihli tarihinin sessiz tanıkları olarak günümüze kadar ulaşmışlardır. Keli köyünden (Bugün aynı adı taşıyan bir mahalle) itibaren demiryolu hattının her iki tarafı da ağaçlandırılmıştır.
Salihli Gar,Hangar ve Atölyeler 1875

13 Mart 1875 tarihinde hizmete giren demiryolu bağlantısı Salihli’nin Manisa’ya, İzmir’e ve hatta Manisa makasıyla, Bandırma üzerinden vapurla İstanbul’a, yani Payitahta (Başşehir) bir kapı açmıştır.  Bu kapı Salihli’nin başta ekonomisi olmak üzere her yönden gelişmesine neden olmuştur.
              Tarihi boyunca, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, İsmet İnönü, Fevzi Çakmak, Fahrettin Altay, Celal Bayar, Çerkes Ethem, Mithat Paşa, Hacim Muhittin Çarıklı, Şükrü Saraçoğlu, Adnan Menderes, Yunan Kralı Kostantin, İran Şahı Muhammed Pehlevi gibi tarihi kişileri, yolculukları sırasında misafir etmiştir.
Günümzde Salihli Gar

Fransızlar tarafından yapılan ve işletilen istasyon binası bir Fransız sömürgesi olan Senagal’li zenci Müslüman askerlerce Kurtuluş Savaşı süresince korunmaya alınmasına rağmen Yunan askerlerinin 5 Eylül 1922 günü, kenti terk ederlerken yakmalarına engel olunamamıştır. Bizim tarihimizde yer almamasına karşın Yunan tarihçiler 5 Eylül Salihli İstasyon çarpışmalarını, fazla kayıp vermeden çekildikleri için “Anadolu’da kazanılan son zafer” olarak kaydetmişlerdir.
 İstasyon binası 1924 yılında Müteahhit Mühendis Fesçizade Mehmet Galip Bey tarafından aslına uygun olarak onarılmıştır.  Gar binası son olarak 2008 yılında onarılmıştır.             
             İşletmeye açıldığı tarihten 1980 yılı ortalarına kadar sosyo-kültürel bir buluşma noktası olarak algılanan İstasyon ve civarı günümüzde şehir merkezinin hareketlenmesiyle eski gösterişli günlerinden uzak kalmaktadır. Ancak sıcak yaz günlerine İstasyondaki çınar ağaçlarının altında bulunan çay bahçelerinde çay içip serinliği yaşamak eskiler için hala geçerlidir.
Mustafa Uçar
Araştırmacı Yazar
Kaynakça:Doç. Dr. Mehmet Akif CEYLAN,MANİSA-UŞAK DEMİRYOLU ULAŞIMININ YERLEŞME
ÜZERİNE ETKİLERİ, Dergi Park
Foto: Samuel Paylıss Özel Albüm

28 Ağustos 2019 Çarşamba

KURTULUŞ SAVAŞINDA SALİHLİDE BİR DELİ; MISTIK

1919 yılı yaz başları; Yunan, Mayıs ortasında İzmir’e çıkmış, Anadolu içlerine ilerlemek için her yolu deniyor. Sevr’de, Osmanlının elinden silahlar alınmış, askeri terhis edilmiş, kısacası ordusu yok. Payitaht işgal altında, Padişah ve hükümet sessiz, Anadolu’da halk kaderine terk edilmişçesine yalnız, eli kolu bağlı şaşkınca beklemede.. Yunan zulmü arttıkça halk kendini savunmak için tedbirler aramaya başlıyor. Kongreler toplanıyor,” Kuvvayı Milliye” yani Ulusal Güçler adı altında savunma birlikleri kuruyorlar, eli silah tutan yurttaş savunma hattına koşmaya başlıyor. İşte böyle bir ortamın içinde Salihlide üstü başı perişan, saç sakal karışmış, elinde bir kaval ile bir garip dolaşmaya başlıyor.

Kasabada sonradan adı “Kuvvayı Seyyare”ye yani Gezici Birlikler olarak anılacak, günümüzdeki mekanize birlikler benzeri bir savunma birliği kurulmakta.. Bu birliğe katılmak için çevre il ve kasabalardan akın akın insanlar gelmekte olduğundan yabancılar dikkat çekmiyor ama bu garip giyim, kuşam, hal ve hareketlerinden dolayı göze batmakta, herkes bu garibin kimliğini merak etmektedir. Çarşı esnafından biri çınar ağacına dayanıp kaval çalan kişiye yaklaşıp konuşmayı açar;
“Selamün aleyküm”
“Aleykümselam abicim,dayıcım,emmicim, cim cime de cim cim”
“Kimsin nesin necisin, nerden geldin, nereye gidersin?”
“Mıstık’ım ben, Mıstık! Batıldan gelirim, atıla giderim.. Deh de Mıstık deh...deh...”
Anlaşılmışır ki bu garip, garipliğinin yanı sıra, akıldan noksandır da..
 Kimseye zararı olmayan, çarşıda, tren zamanları istasyonda gezen, kaval çalıp kendi kendine konuşan  Mıstık’ı  Kasaba halkı çabuk kanıksamıştır. Esnaf yemeğinden, fırıncılar ekmeğinden verir hatta çarşı fırınında Ahmet usta Mıstık’ı sahiplenir; zaman zaman şehir hamamına götürür tellaklara yıkatır, eski elbiselerinden verir ama Mıstık eskilerini giymeye devam eder. Kış geldiğinde fırının bir köşesinde uyuması için kasalar üstüne attığı çuvallarla yatak bile hazırlar. Mıstık da hayatından memnundur.
 Ahmet ustayı çok sever, bir isteği olursa kendine göre cümleler kurup bazen de şarkı şeklinde ister. En çok acıktığı ve ekmeğin çıkmakta olduğu saatlerde fırına döner, yaklaştığında kavalı ile “Vardar Ovası” türküsünü çalar ve kapıdan;
“Ahmet usta baksana, fırını da yaksana, Mıstık acıktı gari, ekmeğini salsana!” diye seslenirdi. Zaman zaman ortadan kaybolur, bir iki gün içinde, hiç birşey olmamış gibi ortaya çıkardı.
Derken...Bir Haziran günü Yunan, Salihliye girdi, zulüm günleri başlamıştı. Mıstık yine Ahmet ustanın fırınında kalıyordu, yaşantısına devam ediyordu ama huyu değişmişti. Artık Türklerle değil, Yunan askerleri ve yerli Rumlarla geziyordu. Onların, Rumca konuşmalarına “He anam,he...Yapma yav.. Valla mı yav..” diye cevap veriyor, birşey isteyeceği zaman Türkçe istiyordu.
İşgalci Yunan askerleri ilk zamanda Mıstık’dan çok şüphelenmişler hatta bir gece nezarette tutmuşlardı. Yerli Rumlardan öğrendiklerine göre rumca dahil yabancı dil bilmeyen deli bir Mıstıktı işte... Onun için Mıstık’ın yanında rahat konuşuyorlardı, bizim deli de Yunan askerlerinle dostluğu pekiştiriyordu.
 Salihli halkı, Mıstık’ı hayretle izliyordu... “Bizim deli” dedikleri Mıstık, her sabah günümüz NamıkKemal okulunun hemen önünde yer alan Kuşçubaşı çiftliği önünden başlayıp, yine günümüz Karaman İş Merkezinin bulunduğu yerdeki Hükümet binası önüne kadar Yunan Bandosunun hemen önünde, sağ elindeki kavalını bir orkestra şefi gibi sallayıp, ritme ayak uydurarak birlikte yürüyor, burada yapılan Bayrak töreninin ardından yine Yunanlarla istasyona kadar geriye dönüyordu.
Yunanla öylesine yüzgöz olmuştu ki, zaman zaman yumruklu, tekmeli şakalarına maruz kalıyordu. Mıstık tüm bunlara gülüp geçiyordu ama halk delide olsa bir Türkün bu halini içlerine sindiremiyordu, içten içe mırıldanmalardan başka birşey de yapamıyorlardı.
Iki yıl böyle geçti...Mustaf Kemal’in ordusu, Afyondan Büyük Taarruza başlamadan birkaç ay önce, Mıstık geldiği gibi birden ortadan kayboldu...En çok üzülen de tabiiki fırıncı Ahmet usta oldu..Günlerce, Mıstık’ın acıkıp geldiği saatlerde gözü hep kapıda bekledi durdu...Zaman uzayınca, Yunanın şüphelendiği Türklere yaptığı gibi Mıstık’ı da alıp gittiğini bir daha da geri dönmeyeceğini kabullendi..
5 eylül 1922 sabahı, erken saatlerde, Salihli’de sokak çarpışmaları başlamıştı. Yunanın,Hamidiye Camii karşısındaki Hükümet binasındaki askerleri, kadın, erkek çevreden topladığı 400 kişiye yakın kasabalıyı caminin içine doldurdu. Halk çıkamasın diye kapı ve pencere pervazlarına dışarıdan demir çubuklar yerleştirdiler ve hazırda bekleyen yangın timi, camiyi ateşe verdikten sonra,doğudan gelmekte olan Türk süvarilerini görünce istasyona doğru kaçmaya başladılar.
Cami önüne ulaşan süvariler cami kapı ve pencerelerini kırıp içerideki halkı acele boşalttılar, caminin kubbesi çöktü ama ölen olmamıştı. Süvariler sayesinde hem insanlar hem de çarşı yanmaktan kurtulmuştu.
Akşama kadar, istasyon civarında çatışmalar devam etmiş, yangınlar söndürülmüş, Salihli, Yunan işgalinden kurtulmuştu. Şimdi, yaraları sarma ayağa kalkma zamanıydı.
 Fırıncı Ahmet de halkın ve askerin karnını doyurmak için   ekmekleri fırına sürmeye başlamıştı. Kulağına uzaktan bir kaval sesi geldi,”Vardar ovası”nı çalıyordu, “Yok yahu! Heyecandan gaipten sesler duymaya başladın oğlum Ahmet” diye içinden geçirdi. Birden ““Ahmet usta baksana, fırını da yaksana, Mıstık acıktı gari, ekmeğini salsana!” diye ses duydu,” bu kadarı da hayal olamaz” diye kapıya döndü. Haklıydı Mıstık karşısında duruyordu ama bu..Bu bir Türk subayıydı.
“38.Süvari Taburu Yüzbaşı Mustafa Tevfik görüşlerinize hazırdır Ahmet Ustam!”
Meğer, Mustafa Tevfik, Selanikli bir askermiş. İşgal başlayınca deli rolü verilip, Salihliye gönderilmiş. Görevi çok iyi rumca bildiği için buradaki yerli ve işgalci rumlardan bilgi derleyip, Demirci merkezli görev yapan Akıncılar aracılığı ile Ankara’ya  göndermekmiş. Ortadan onun için birkaç gün kaybolup, Gördes ve Demirci yollarında, Gediz nehri kenarında Akıncılarla irtibat kuruyor bilgi ve emir alış verişinde bulunuyormuş.
Fırıncı Ahmet usta bu kadar bilgi verdi ve ne yazık ki o da artık yok. Oysa Mustafa Tevfik sonra ne oldu, burada neler yaşadı öğrenmek isterdik.Aslında Mustafa Tevfikler, Fırıncı Ahmet ustalar, dedelerimiz atalarımız bize bunları hep anlattılar ama biz masal gibi dinleyip uykuya daldık..

Mustaf UÇAR
Araştırmacı Yazar

22 Şubat 2019 Cuma

ANADOLU MEDENİYETİNİN ZİRVESİ: LİDYA/SARDES

  Bugün üzerinde yaşadığımız Anadolu, şekil olarak kıtalar arası bir köprüyü andırır. Kültür yönünden zenginleşmesinin nedeni de budur. Üzerinden binlerce kavim geçmiş, yüzlerce devlet kurulmuştur. Her bir kültürden kalan tortular Anadolu medeniyetinin doğmasına neden olmuşlardır. Zirve noktası da Lidya Krallığı ve onun başkenti Sardes’tir.



        Biz, Lidya kültürünü “İlk parayı icat etmeleri” ve son Kral Croesos’un tüm dünyaca bilinen “Kral Croesos (Karun) kadar zengin” deyiminden tanıyoruz. Oysa Lidya uygarlığı, zenginliğinden kaynaklanan sosyal, kültürel, bilimsel, sanatsal yönlerde Anadolu medeniyetinin zirvesi konumundadır.
Dünyanın İlk Parası 

          Örneğin paranın icat edilmesi ve altın olarak basılması, ekonomi ve ticaretin hareketlenmesine neden olduğu gibi insanlığa finans dünyasını da sunmuştur. Altın, sadece süs eşyası olmaktan çıkmış, paraya dönüşerek ticarette toptancılığa (Takas) yeni rakip perakendeciliği getirmiştir.
Altın Yolu
Paranın icadı domino etkisi yaparak çarşıların, dükkânları ile Pazar yerlerinin doğmasına sebep oldu. Üretim fazlalaşmış, üreticiler, ihracata (Dış satım) yöneldiler. O yıllara kadar deniz yolu ile yapılan dış ticaret karayolunun alternatif olarak ortaya çıkmasına neden oldu. Köy yolları birleştirilerek Sardes’den, bir ucu Efes ve Bergama’ya diğer ucu günümüzde Kerkük civarındaki Ninova kentine kadar uzanan “ALTIN YOLU” açıl. Hedef, Firavunlar ülkesi Mısır ve diğer kentlerle ticaret yapmaktı.


Altın yolu refah getirdiği gibi felaketi de getirdi. Bu yolu takip eden Persler, Lidya Krallığına son verdiler ve yolu kendi memleketlerindeki Susa ve Persepolis kentlerine uzattılar, yolun ismini de “Kral Yolu” olarak değiştirdiler.

Altın, “Ele
ctrium” denilen % 70 i altın,% 25 i gümüş,%5 bakır olan taş görünümlü bir madenden elde ediliyordu.
Elektrum Madeni



İlk paralar henüz saf altın ve gümüş rafine edilmediğinden yeşile yakın renkli alaşımdan oluşuyor ve “Elektron” adını taşıyordu. 
                                                                       
Matematikçi, Anadolu insanları Thales ve Pisagor gibi bilim adamları sayesinde ergime ısısını öğrenip Electrum madenini ayrıştırarak saf altın ve gümüş paraları bastılar. Bu paralar Kral Croesos dönemine atfen “Croesuera” adını taşır.

Başta Anemon (Manisa dağ Lalesi), safran, kestane olarak 128 adet bitkiyi “Kutsal Tmolos (Bozdağ)” dağlarında yetiştirerek bu bitkilerin anavatanı yaptılar. Parfüm, krem, pudra gibi ilk süs eşyaları bu bitkilerden elde edildi.
Anemon Dağ Lalesi
 Kralların desteğini alan bilim adamları, sanatkârlar başkent Sardes’e koşuyor, sosyal yaşama katkıda bulunuyorlardı. İÖ 600–545 tarihleri arasında Sardes’li Alcman (Alkman) adında bir ozanın yaşadığı eski Yunan yazarlarınca da belirtilmektedir.
Lidyalı Ozan Alcman
  
Lidyalı Ozan Alcman Lesbos (Limni) adasının dünyaca tanınan kadın şairi Sappho, birçok şiirinde Sardes’deki yaşamı özenerek anlatır. Ünlü masalcı Ezop bile son Kral Croesos’a elçilik yapmıştır.
 Hellen’li yazarlardan öğrendiğimiz bir şiirinde Ozan Alcman şöyle sesleniyor;

                 “ KAKNEM SES
                 
                Bilirim her kuşun
Her türküsünü
Alkman demişler bana.
Ama sözlerim, türkülerim
O kaknem sesli kekliğin
Diline düşmesin mi? “

O dönemde yaşayan Lesbos, Eresos (bu günkü adı ile Midilli ) adasında doğmuş, Antik yunan lirik şairi, Afrodit kültü rahibesi, Ekol lideri Sappho, Lidyalı ozan Alcman’ın ardından şu dizeleri yazmış;

ALCMAN

O hiçbir yere ait değildi
Biçimsiz ya da kültürsüz değil
Teselyalı da değil
Terişelyalı bir çoban da.
Ama o, yüksek Sardes’li biri.

Ilk tiyatronun öncülü, doğa ve eğlence tanrısı Dionysos'u kutsamak için yapılan Bacchanolia şenliklerinde bir koronun söylediği dithyramboy şarkılarıydı. Koro, bu şarkılarda, farkı kişilerin konuşmasını canlandırmak için söz ve tavır değişikliğinden yararlanıyordu. Daha sonra, oyuncu ve oyun yazarı Thespis, koronun karşısına, farklı kişilikleri farklı maskelerle temsil eden bir oyuncu koydu. Böylece daha karmaşık konular ele alınabiliyor, farklı anlatım biçimleri denenebiliyordu.

                                            Günümüzde Sardes Tiyatrosunun görünümü

Ne yazık ki antik döneme ait bilgileri Helenlerin yazılı bilgilerinden öğrenen insanlık, hep Yunan (Helen) kültürünü beğenir ve savunur. Yazımın başında da kısaca değindiğimiz “Anadolu Kültürü”,Helen kültüründen öncedir, zirve noktası da Lidya Kültürüdür. Ve yine ne yazık ki, Lidyalılar tarihten silinerek, kültürlerini birlikte yaşadıkları İyonlara ve Perslere kaptırdılar.
Yukarıdaki paragrafa dikkat edilirse, tiyatronun da “Bacchanoliaşenliklerinde Lidya topraklarında doğduğunu anlarsınız. Bacchanolia sözcüğü, Baccha’nın yeri anlamını verir ki Baccha (Bakka) Lidyalıların, Dionysos’a verdiği isimdir. Romalıların atası sayılan Etrüskler de aynı tanrıya Baccha derlerdi, Romalılar ise “Baküs” dediler.
Günümüzde, Sardes antik kentinde toprağın altından gün yüzüne çıkmayı bekleyen bir tiyatro var. Sardes tiyatrosunun İÖ 215 yılında da aktif  olduğunu Bergama kralı III. Antiokhos’un askerlerinin tiyatro sur duvarlarına tırmanarak şehre saldırdığını, Polybios’un yazdığı tarih kitabından öğreniyoruz. 
 Yaklaşık 20 bin kişi alabilecek büyüklükteki tiyatro, 136m. X 70m.  lik bir alanı kaplıyor. İS 17 de yaşanan büyük depremden sonra yıkılan tiyatro


                                               Borra Battista’nın 1750 yılı tiyatro resmi

Romalılar tarafından onarılmıştır.Günümüzde gördüğümüz daire şeklindeki Seyirci salonunun iki yanını destekleyen sarıkireç taşından örülme duvarlar, Roma dönemine aittir. Sardes tiyatrosunun önemli bir bölümü arkasında bulunan yamaçtan kayan toprağın altındadır. Tiyatroda seyirci oturma yerleri bile henüz kazılmamıştır.Tiyatronun hemen önünde, doğu-batı yönüne uzanan tonozların varlığından Roma dönemine ait bir Stadyumun da  var olduğunu anlıyoruz.
Tiyatroya ait ilk görseli de 1750 yılında, Sardes’i gezen Giovanni Battista Tiepolo, bilinen diğer adlarıyla Gianbattista veya Giambattista Tiepolo (5 Mart 1696 - 27 Mart 1770), Venedikli ressam ve baskı sanatçısı, suluboya ile yapmıştır.
Dünyaca ünlü olması gereken Sardes Tiyatrosunun da farkında olmadığımız için yeterli tanıtımını maalesef yapamıyoruz.
SARDES İNANÇ TURİZMİ AÇISINDAN DA ÖNEMLİDİR
İnanç Turizminin önemli duraklarından biridir Sardes. Batı’nın batıl inancına göre, Tanrı kıyametin kopacağını 7 kiliseye haber verir. Tanrı’nın melek göndereceği kiliseler Efes, İzmir, Bergama, Salihli, Alaşehir, Denizli, Akhisar kiliseleridir
  Hz. İsa, Havari Yuhanna'ya görünür ve 7 kiliseye iletilmek üzere "mesajlar" verir. Eski Ahitte adı geçen ve mesajlar yollanan 7 kiliseden birisi de Sardes’dedir. İncil’de adı geçen yedi kiliseden 5.si olarak gezilir. 
Sardes Kilisesi

 Peki, Kudüs’teki Süleyman ve Irak’taki Babil sinagoglarından sonra inşa edilen dünyanın üçüncü sinagogunun Sardes’te olduğunu kaç kişi bilir? Ya Sardes’in Sepherad olduğunu?
Sardes kazılarında, Lidya ve Arami dillerinde yazılmış bir yazıt bulunmuştur. İ.Ö. 4. yüzyıla ait bu yazıtta, Ovadya 20. ayette yer alan 'Sefarad' ismine rastlandı. İberya (İspanya) ve Kuzey Afrika kökenli olan Sefarad Yahudileri'nin
ismi buradan geliyor.
  Sardes’in Lidçe ve Pers dillerindeki adının da “Sfard” olması nedeniyle Anadolu’ya ilk Yahudilerin Babil sürgünü (İÖ 586 – 538) sırasında geldikleri öne sürülmektedir (Seager 1981, 178; Kraabel 1983, 178-79).
  671 yılında Sasanilerin Sardes’i ve Sepherad Sinagogunu yakıp yıkmalarından sonra burada yaşayan Yahudiler alışıla geldikleri şekilde batıya yolculuk yapmış, İspanya’ya yerleşmişlerdir. 1492 yılında, Hıristiyanların Müslüman ve Yahudilere uyguladıkları baskı ve sürgün sonucu,            büyük çoğunluk Osmanlı’ya geri gelmiştir. Çok az bir gurup batıda yeni keşfedilen kıtaya Amerika’ya göçmüştür.      
                                                                      
                                                   Sardes Sinagogu 

        Bugün, Amerika’da, altı farklı eyaletlerinde altı Sardis kasabası, Alabama eyaletinde ayrıca Sardis gölü ve ırmağı vardır. Burada yaşayanların hemen tamamı Yahudi’dir ve Sardes “Sepharad sinagogu” kalıntılarının restorasyon çalışmalarına sponsor olmuşlardır.
LİDYALILARDA GÜZEL SANATLAR
Lidya sanat ve mimarlığının ön Asya ve Hellas ufkunda bir yıldız gibi parladığı dönemde Sardes’te yaşamak dünyanın en görkemli kentinde yaşamak demekti.
Heykeltıraşlık ve mimariye önem verdiklerini, yaşamdan sonra hayata inandıkları için özellikle mabet ve mezar mimarisine fazlasıyla özen gösterdiklerini görmekteyiz.
Lidya mimari tarzının özgünlüğü Ion mimarisini çok etkilemiştir.  
Lidya Mimarisinden bir örnek

       Lidyalılar, daha önce inşaatlarda kullanılan kerpiç denilen toprak tuğlaları pişirerek elde ettikleri “Lidya Tuğlaları” ile mimaride yeni bir çağ açmışlardı.  
Evlerin duvarları kerpiç veya Lidya tuğlası ile yapılmıştı. Saraylarda ve Tümülüs mezarlarda ise özenli taş işçiliği dikkat çekicidir.
Kazılarda, temelleri taştan, döşemesi sert ve sıkıştırılmış kilden bir ya da iki odalı, ocaklı,  genelde birbirine bitişik nizam evler ortaya çıkmaktadır.

Küçük el sanatları ve tekstil;
               Sardes’te sanat yönünden şaşırtıcı, yaratıcı çabalar Fildişi oymacılığı ve altın işçiliklerinde görülmektedir. Yapılan kazılarda bulunan objelerden heykel işlemeciliği, altın takılar, dövmeler yaratıcılık ve hüner konusunda örnek gösterilebilir.
Antik çağda fildişi lüks bir maldı. Gerçekte fildişi eşyaya sahip olmak sınıfsal bir göstergedir. Zengin ve soylu sınıf fildişini mobilya dekorasyonundan tutun, tarak ve tokaya oradan soylunun bindiği atın gemine kadar geniş bir alan içinde kullanılıyordu.
Homeros Maionyalı (yani Lidyalı) kadınları fildişi boyama konusunda şöyle örnek gösteriyor;
Maionyalı ya da Karialı bir kadın
Nasıl kızıla boyarsa benek benek fildişini,
Hani o fildişi avurtluk olur atlara,
Saklar kadın onu evinde bir köşede,
Kullanmak ister bu avurtluğu bir sürü atlı,
Oysa yalnız krallara yakışır bir süstür o,
Bir şereftir hem ata, hem onu sürene.
                                         İlyada 4.140-145, çev.A.Erhat-A.Kadir

Fildişleri Afrika ve Hindistan kökenlidir. Sardes’te fildişi işçiliği yapıldığı hem yukarıda okuduğunuz şiirden hem de 1994 yılında kazılarda bulunan henüz tamamlanmamış çalışmalardan anlaşılıyor. Burada boynuzları kırılmış, fildişinden çok zarif bir geyik ile birkaç kılıç kını süsüne rastlanmıştır.
Mermnadlar dönemi altın işçiliğinde ve takı sanatında çok yüksek bir becerinin uzun bir geçmişe dayanan çalışmanın varlığını ortaya çıkarmaktadır.
Bu yöreye ait Sardonix (Sart Taşı) ile yapılan yüzük, kolye ve mühürler zenginliğin bir başka göstergesidir.
İşlenmiş Sardoniks Taşı

 Altın işçileri ve mücevherci dükkânları ana tanrıçanın koruması altında bulunmaktaydı.   
Özellikle altın işçiliği tel ve levha olarak günümüz sanatçılarını kıskandıracak kadar ustalık sergilemektedir.  
İlginçtir, Lidyalılar kadın olsun erkek olsun küpeye çok önem vermişlerdir. Kazılar sonucunda, Sardes’li kadınlar ve Lidyalı süvarilere ait elli altın küpe bulunmuştur.
 Özellikle mezar kazılarından çıkan fildişi oymacılık, skarabe (Böcek) şekilli mühür-yüzükler, altın ve gümüş takyap (montörlü) mühür sarkaçlar, eros sarkaçlı küpeler ve zincir kolyeler kuyumculuk sanatının ne kadar ileri düzeyde olduğunu kanıtlamaktadır.  
 Romalı bilgin ve yazar Pilinius’a göre “koyun yünlerinin boyanmasını” ilk kez Sardes’liler bulmuştur. Daha önceleri koyunların kendi renginden elde edilen yünler, Lidyalıların buldukları çeşitli renk kökboyaları ile boyanmaktaydı ve bu çok renkli yünler dünya çapında şöhret yapmıştı.
Çeşitli renk yünlerle yapılan ve döneminin özgün motiflerini taşıyan Lidya halıları özellikle Pers imparatorluğunun saraylarını süslerdi.
Keten ipliğinden örülen balıkçı ağları başta kıyı Ege kentleri, adalar ve Mısır olmak üzere tüm dünyada aranılırdı.
Lidya paltoları, yoğun bir çalışma içinde olan üreticilerine İÖ 4.yüzyılda bir lonca kurduracak kadar ünlüydü.   
Lidyalılar dokudukları kumaşın iplikleri arasına altın karışımı iplikler de karıştırarak büyük talep gören lüks kumaşlarda üretirlerdi.
Sardes dokumaları Lezbos’lu (Midilli Adası) ozan Sappho'nun şiirlerine girecek kadar ünlenmişti. Sardes mor renkli yatak örtüleri ve kırmızı renkli battaniyeleriyle tanınırdı.Kısacası Sardes dünyanın ilk tekstil ve el sanatları merkeziydi

BİNTEPELER VE ÖLÜ GÖMME GELENEKLERİ
 Sardes’in kuzeyindeki Hermos (Gediz) nehri ile Gygaea (Marmara) gölü arasında kalan ve bu gün Bintepeler olarak anılan genişçe bir bölge Lidyalı soyluların mezarlığıdır. Büyüklü küçüklü onlarca Tümülüs, antik çağdan günümüze gezginlerin merakını uyandırmış, arkeolojik ilgiyi üzerine çekmiştir.


İlk belgeli kazı çalışmasını İzmir’in Prusya Konsolosu Ludwing H. Spiegelthal, 1853 yılında “Karun Kadar Zengin” deyiminde adı geçen Croesos/Karun’un babası Alyattes’e ait tümülüsü kazarak başlamıştır. Onu 1870 ve 1880 yılları arasında A.Choisy ve G.Dennis takip etmiştir. Antik çağdan günümüze Tümülüsler definecilerin elinden kurtulamamıştır. Günümüzde, zaten boşaltılmış, soyulmuş bu yerlerin soygun amaçlı hâlâ kazılıyor olması ne kadar acıdır.
Demir çağında Sardes’lilerin ölülerini nereye gömdükleri henüz bilinmemektedir. Lidyalılarda, İÖ 6.yüzyıldan sonra Mermnad'lar hanedanlığı ile birlikte ortaya yeni bir ölü gömme geleneği çıkmıştı. Bu geleneğe göre ölüler kesme kireç taşı veya mermerden yapılmış mezar odalarına konur ve üzeri yığma toprak ile örtülürdü.  
Tümülüs mezarlar olarak bilinen bu tepelere Anadolu Piramitleri adını vermek daha uygun olmalıdır. Bazı Tümülüslerin boyu neredeyse piramitlerin boyuna ulaşacak büyüklüktedir.   
 Günümüzde, Bintepeler bölgesinde bulunan 119 tümülüsün içinden üç tanesi olağan üstü boyutlarıyla diğerlerinden ayrılır; bunlar doğudan batıya doğru, Mermnad hanedanlığı krallarından Alyattes, Gyges ve Sadyattes'e ait olduğu söylenen mezarlardır.
 Tümülüslerin içindeki odaların bazıları dromos'lu (ön geçiş) bazıları değildir. Kapı geçidi olmayan odalara ceset tavandan sokulmuştur.    
 Mezar odalarının ölçüleri birbirlerinden pek farklı değildir. Önemli olan sadece mezar odasının üzerine yığılan toprağın miktarıdır.
Gömülen kişinin sosyal konumu ve kişiliğinin önemine göre üzerine toprak atılıyordu. Tümülüslerin büyüklü küçüklü olmasının nedeni buradan kaynaklanmaktadır.                                                          Dilimizde yer alan “Toprağı bol olsun deyiminin de buradan gelmekte olduğunu söyleyebiliriz.

Avrupa ve Anadolunun en büyük Tümülüsü: Alyattes

 Mermer ya da kireç taşından yapılmış mezar odaları, toprak, kil ve taş parçaları ile Tümülüslerin altında bir yere gizlenmiştir. Lidyalılar öldükten sonra da ölüler ülkesinde yaşamlarının devam edeceğine inanırlardı. Bu nedenle de gerçek yaşamı sürdürdükleri mekânlardan daha çok, öldükten sonra yaşayacakları mekânlarını güzel, süslü, mermer yapı ve sunaklar ile donatırlardı.
Ölü armağanları arasında; ölünün giysilerini süsleyen, bezekli küçük levhalar, rozetler, düğmeler ve altın şeritler önemli bir yer tutmaktadır.
Altın levhalar baskı tekniğinde kabartma bezeklidirler; çoğunda bezek olarak oturan ya da uzun adımlarla yürüyen sfenkslere yer verilmiştir. Sfenkslerin yüzleri yandan, gözleri ise arkaik tarzda ön taraftan yapılmıştır.
 Ölü hediyesi olarak konulduğu düşünülen çanak çömleklerin arasında; Lydion, Lyktyos ve Skyphos türünde seramikler çoğunluktadır.
 1978 yılında Bintepeler’deki Kendirlik köyü yakınlarında kireç taşından yapılmış iki Lahit gömütte,   aplike olarak bir elbiseye bağlanması gereken 190 adet kadar altın rozet ve lotus tomurcukları bulunmuştur.
 Bu durumda Lidyalıların ölülerini ya kefene sararak veya elbiselerini giydirerek gömdüklerini söyleyebiliriz.
Orta ve daha aşağı sınıf sayılan diğer insanlar ise ölülerini yumuşak kayalara oyulmuş küçük mezar odalarına gömerlerdi.

 SARDES’İN YERİ VE ULAŞIM

Hakkında birçok efsane (Söylence) bulunan Sardes, günümüzde, Manisa’nın ilçesi Salihli’nin 8 Km. batısında, İzmir-Ankara, D-300 (E–96) yolu üzerinde bulunan Sart beldesi sınırları içinde yer alır. Sart Beldesi, Manisa’ya 66, İzmir’e 80, A.Menderes havaalanına ise sadece100 km. uzaklıktadır. 

 İzmir ve Manisa’dan Salihli’ye her yarım saatte bir karşılıklı otobüs seferi yapılmaktadır.  
Ayrıca, İstanbul (490 Km.), Ankara (512Km.) ve Antalya (427 Km)’dan sabah ve akşam saatlerinde, doğrudan, karşılıklı sefer yapan otobüslerle Salihli’ye ulaşma seçeneği de vardır.
Salihli’ye vardığınızda, santral garajdan Sart Beldesine her yarım saatte bir kalkan midibüslerle, tarihi Sardes’e 10 dakikada ulaşabilirsiniz.   
     Olanağınız varsa kendi aracınızla Sardes’e gezi yapmanızı öneririz. Çünkü Antik Sardes kenti ve onun küllerinden doğan, çağdaş Salihli kenti civarında hayal gücünüzü aşan sürprizlerle karşılaşabilir, eşsiz doğa güzelliklerini yerinde görmek üzere tur yapmayı düşünebilirsiniz.

Günümüzde bir bakıma Sardes’in küllerinden doğan çağdaş Salihli kentinde yeni bir kültürel yapı oluşmaktadır. Konuksever ve çalışkan insanlarıyla tarıma dayalı sanayi kuruluşlarınca elde edilen gelire, çok yakında tarih, inanç, termal, doğa ve kültür turizmi de katkı yapacaktır.


Mustafa Uçar
Araştırmacı Yazar
mustafaucarr@gmail.com