26 Nisan 2018 Perşembe

EZOP’UN SARDES’TE YAŞADIĞINI BİLİYOR MUSUNUZ?


Yaşamı hakkında çok az şey bilinen ünlü antikçağ hikâyecisi Ezop (Yunanca: Aisopos),  tanıtıldığı gibi bir hayal ürünü değil, Lidya’nın başkenti Sardes’te yaşamış bir öykü anlatıcısıdır.
  Ezop, kimilerine göre Sisam adası, kimilerine göre Trakya’da bir köyde doğan köle bir köylüydü. İkinci sahibi, Iadmon adında bir Lidyalı idi ve Ezop’a öğrenmedeki çabukluğunun, zekâsının, hazır cevaplığının bedeli olarak özgürlüğünü vermişti.

Antik çağ yazarları Ezop’un fiziki yapısının çok çirkin olduğunu yazar ve şöyle tanımlar; “siyahımsı, kambur, kekeme,  bir boksör burnu ve bir üçgen kafa ile çarpık bacaklı…”
 Özgürlüğünü kazandığı dönemde günlerini bir bilim, kültür, sanat merkezi olan Lidya Krallığının başkenti, zengin Sardes’e doluşmuş bilge ve düşünürlerin derslerine katılarak, kendisini geliştirerek geçirdi.  
Yaradılışında var olan zekâsı, hazır cevaplığı, zor sorunları bile aşmada gösterdiği örneklemeli çözümleri üretmesi aldığı bu derslerle daha da gelişti.
Zekâsı ve hazırcevaplığı son Lidya Kralı Karun’un (Croesos) kulağına gitti. Bazı yazarlar Kral Karun’u ziyaretinde Solon ile tanıştığını ve arkadaş olduğunu belirtirler.
Bir zamanların çirkin kölesi, şimdi Karun’un elçisi olarak şehirden şehre koşuyordu. Mısır’a, Babil’e gönderildi. Gittiği kentlerde halkın sorunlarını çözmek için öyküler anlatıyor, ilgi çekiyordu. Antik çağın ünlü bir siması olmuştu.

Görevli olarak, Delphi’deki kehanet evine Karun’un hediye olarak gönderdiği altınları götürdüğü bir gün, bilicilere verdiği yanıtlar ve Delphi halkına yaptığı konuşmalar beğenilmedi. Anlatılara göre: Delphi’deki biliciler kendilerini alaycı bir şekilde “Halkı soyan aç gözlü, dolandırıcılar” olarak eleştiren Ezop’un torbasına gizlice bir şişe altın koyarlar, tapınağın çıkışında üst araması yaparak yakalatırlar. Delphi kâhinleri, kendilerine hakaret eden ve hırsızlık yapan Ezop’u tutucu Delphi halkına hedef gösterdi.
Halk Kendisini döverek bir ders vermek istiyordu. Ezop etrafındaki çemberin darıldığını gördüğünde Delphi’deki uçurumun kenarına varmıştı. Kimi araştırmacılara göre Linç edilerek öldürülmektense kendisini uçurumdan atmayı tercih eder, kimilerine göre ise halk tarafından linç edilerek uçurumdan atılır.
 Delphi elçileri Karun’a “Gönderdiğin altınlardan ve hediyelerden çalıyordu, bu sebeple biliciler cezalandırdı” dediler, olayı anlattılar.
Suçlu gösterilerek öldüğünden çabuk unutuldu. Ancak elçi olarak gezdiği şehirlerde anlattığı hikâyeler unutulmadı. Ezop’un masalları başlangıçta yazılı değildi. Yaşlılar bildik leri masalları gençlere anlatır, bunlar kulaktan kulağa dolaşırdı.  
Öykülerinde eleştirici, sorgulayıcı bir tavır ve mantığın egemen olduğu görülmektedir. Anlatılan öykülerin çözümlemesi yapıldığında bu kolayca anlaşılıyor. Herkesin bildiği “Ağustos Böceği ve Karınca” öyküsünde olduğu gibi, anlatılan masalların insanları düşünmeye ve yorumlamaya davet ettiği açık. Arif olan anlar duygu ve düşünce siyle hareket edilmiş, insanlığın durumu evrensel düzeyde tartı şılmıştır.
 Filozof Sokrat’ın hapisteyken, Ezop’a ait bazı masalları koşuk biçimine getir diği söylenir.  Masalların bilinen en eski derlemesi, İÖ. 4 yy. da Phaleros'lu Demetrios tarafından hazırlanmış, bu derleme daha sonra, İS birinci Yy. da Latince olarak Phaedrus, Yunanca olarak Babrios tarafından yeniden kaleme alınmıştır. "Ezop Masalları" daha sonra 17 yy. Fransız yazarı Jean de la Fontaine'in fabıllarına esin kaynağı olmuştur.
Bilim adamı ve Index derleyicisi Edwin Perry, 1965 yılında kaleme aldığı Ezop hakkında antik açıklamalarında, Karun dönemindeki olayların tümünü kabul eder ama Delphi’deki öldürülme olayına inanmadığını bildirir.
Roma dönemi kayıtlarının hemen hepsinde adından söz edilmekte, İÖ 620-500 tarihlerinde Sardes’te yaşadığı belirtilmektedir. 3 yy. şairi Callimachus ondan "Sardesli Ezop"   ve Tire doğumlu, Romalı yazar Cassius Maximus Tyrius   "Lidya adaçayı" diyerek eserlerinde söz ederler. Bu kanıtlar bile Ezop’un Sardes’te yaşadığına yeter. 
Halen toprak altında bulunan Lidya kayıtları gün yüzüne çıktığında Ezop hakkında daha çok bilgi ve belki öykülerine de ulaşacağımızı umuyoruz. Yazımızı, Ezop’un ne kadar zeki olduğunu gösteren, kısa bir örnek öyküsü ile bitirelim.
  KURT İLE AT
Kurdun biri bir tarladan geçiyormuş, boydan boya arpa görmüş. Kurt ne yapsın arpayı? Yiyemez ki! Bırakıp gitmiş.
Yolda Önüne bir at çıkmış. Onu görünce:
“Ben de seni arıyordum’ demiş; “şurada arpa buldum, ama yiyemedim, sana sakladım, bayılırım senin dişlerinin gıcırtısına. Gel, sen ye, ben de seyredeyim.”
At kanmamış bu sözlere: “Yahu,” demiş, “ben kurtları bilmez miyim? Sen arpa yiyebilseydin karnını doyurmak zevkini bırakır da kulaklarının zevkini düşünür müydün?” demiş.
Yaratılışlarından kötü olanlar, kendilerine iyilik ediyormuş gibi bir süs verseler de gene kimseyi kandıramazlar.

Mustafa Uçar
Araştırmacı Yazar




6 Nisan 2018 Cuma

SALİHLİ'DE DİNAMİTLENEN VE YAKILAN CAMİLERİMİZİN ÖYKÜLERİ

 Kentimizin Osmanlı döneminde yapılan camileri, maalesef Kurtuluş günümüzde Yunan tarafından ya dinamitlenmiş ya da yakılmıştır. İlk cami olarak bilinen Burhaniye (Kocaçeşme) camisidir ve bugünkü yerinde 1877 tarihinde Hacı Müftü olarak bilinen bir eşraf tarafından yaptırılmıştır.
Kocaçeşme Burhaniye Cami sadece Minaresi sağlam kalmış

Burhaniye cami, su basmanı yani temel dolgusu, Gümüş çayından getirilen taşlarla yapılmış, duvarları ise kerpiç dediğimiz, pişmemiş çamur ve saman karışımından malzemeden inşa edilmiştir.
Bu camimizin yapım öyküsü olarak bir şehir efsanesi vardır ama hikâyenin aslı Turgutluda geçmiştir. Bu öyküyü araştırmacı Nebi Yıkaroğlu’nun anlatımından aktaralım;
 “1893 tarihinden itibaren Mehmet Efe ortalığı kasıp kavurmaya başlar. Zamanla Aydın ve çevresinde “Çakırcalı Mehmet Efe” adıyla nam salar. Menderes vadisinin tüm orta çığırını Turgutlu ve Salihli’yi egemenliği altına alır.  Efe, Kaya Köyde Rum inşaat ustalarına bir konak yaptırtır. Ne var ki daha sonra Turgutlu kaymakamı olacak olan Ahmet Şakir Bey, Ödemiş’te bulunduğu dönemde efenin Kaya Köy’de bulunan evini yaktırır. Bu nedenle efe kaymakama aşırı kinlenir. Efenin kininden korkan Kaymakam Ahmet Şakir tayinini Turgutlu’ya çıkartır. Ancak Çakırcalı’dan kurtulamaz, Efe kendisinden Kasabada bir kız Rüştiyesi ve bir de cami yaptırmasını ister.
Hamidiye Cami tavanı yangın sonunda çökmüş

O tarihlerde hükümet kuvvetleri Kasaba’da oldukça fazladır ve Turgutlu’ya girip çıkmak o kadar kolay değildir. Efe bir gün Sart ılıcaları civarında görünüp, Turgutlu ve Salihli’de bulunan zaptiyeleri üzerine çeker. Adamları zaptiyelerle müsademe ederken kendisi kızanlarından bir kaçı ile Turgutlu’ya gelir. Kaymakamı tehdit eder ve okul ile cami bu şekilde yapılır.
  Bugün Turgutlu'da Piyaleoğlu Caddesi’ndeki Çakıcı cami, 1906 yılında, Çakıcı Mehmet Efe’nin emriyle, o dönemki Kasaba Kaymakamı Şakir Bey tarafından yaptırılmıştır. Önceleri “Kaymakam Camii” diye de anılan bu cami, bugün Çakıcı Camii adıyla bilinmektedir... “
  Yunan, 5 Eylül 1922 günü kentimizden çekilirken, ne yazık ki Burhaniye Camini dinamitle havaya uçurmuştur. Orijinal binadan günümüze sadece Minaresi kalmıştır.
Burhaniye Cami, Aksekili Hacı Abdullah ve hayırsever diğer hemşerilerimizin maddi katkıları ile 1949 ve 1953 yılları arasında yeniden inşa edilmiştir. 1980’li yıllarda da restore edilip, çevre düzenlemesi yapılmıştır.
Salihli Rüştüyesi yangından nasibini almış

Yunan’ın çıkardığı yangından nasibini alan bir başka cami, aslında o yıllardaki çarşının göbeğinde kalan ve pazarcı esnafının katkıları ile 1885 yılında, eski mezarlığın köşesinde, ahşap ve kâgirden inşa edilen Çarşı Mescididir.  
 O yıllarda “Orta Cami” olarak da anılan, Mescit, 1930 yılında, Necati beyin önderliği ve halkın bağışları ile Çarşı cami olarak tekrar inşa edilip ibadete açılmıştır.
Aslında, Yunanın çıkardığı yangınlardan tüm şehir etkilenmiştir. Daha önceki yazılarımızda bahsettiğimiz Hamidiye Camisinin kubbe şeklindeki, kurşunla kaplı tavanı da, 5 Eylül 1922’de, Yunanın çıkardığı yangın sonucu çökmüştür.
Yunan, Kocaçeşme mahallesinden, İstasyona çekilirken şehrimizin özellikle Mithatpaşa Caddesine yakın önemli ev ve işyerlerini de “Yangın Mangaları” tarafından ateşe vermiştir.
Bugünkü Turgutbey İş Hanının bulunduğu yerde öğrenim veren “Salihli Rüştiye’si” de yangından nasibini alan eğitim kurumumuzdu.
İşgal ettikleri günden, kaçtıkları güne kadar, Karargâh Binası olarak kullandıkları Kuşçubaşı Köşkünü de dinamitlemeyi unutmadılar.
Yangından sonra Salihli

Şehrin neredeyse 3/2’si yangınlar sonucu oturulamayacak halde, halk sokaklarda aç ve perişandı. Son yaktıkları bina da İstasyon, Gar binasıdır. Salihli yangını yaklaşık 42 saat sonra Mustafa Kemal’in askerleri ve halk tarafından güçlükle söndürülebilmiştir.
Bir daha benzer günler yaşayıp, görmememiz dileği ile iyi haftalar…

Mustafa Uçar