30 Haziran 2017 Cuma

BİR BARDAĞIN ÖYKÜSÜ


  Yıl 1955. Henüz 5-6 yaşlarındayım, İstanbul’a, dayımın yanına misafirliğe gelmişiz. Ben hiçbir şeyin farkında değilim ama Galatasaray İstanbul liginde şampiyon olmuş. Dayımın oğlu Ali ağabey fanatik Galatasaraylı, sevinçten havalara uçuyor. Üstelik İzmirspor’dan  –Sonradan Taçsız Kral olacak- Metin Oktay isimli bir golcüyü transfer etmişler, 50. Kuruluş yıllarını kutluyorlar, keyifler yerinde…
       Bir akşamüstü, Ali ağabeyim anneme “Hala, Mustafa’yı giydir bu akşam onunla önemli ve güzel bir yere gideceğiz” dedi. Annemin” Ama çocuk aç, yemek yesin sonra gidin” gibi itirazlarını kırdı ve biz Şişli tramvay durağından tramvaya bindik. Benim için meçhule giden bir yolculuk başladı.
     Bir süre yol aldık, nereye gittiğimiz bilmiyorum aslında İstanbul’un henüz hiçbir yerini de bilmiyordum. Ali ağabeyin  “ Tamam, burada ineceğiz” sözü ile hareketlendik, kendisi önden indi beni basamakların üzerinde kucaklayıp yere bıraktı. Şaşkın şaşkın etrafıma bakınıyorum; bir taşralı olan bana göre çok yüksek binaları, kalabalığı olan bir yerdeyiz. Otomobiller, tramvaylar, insanlar, çeşitli ses renklerinden oluşan değişik bir dünya içindeyim sanki. Sanki bizim memleketin bütün insanları, araçları hepsi burada toplanmış.
      Ali ağabeyin uzattığı eli tuttum, karşıdaki dar bir sokağa girdik. Bir süre yürüdük, kapısının bir yanında Türk bayrağı diğer tarafında, bilmediğim sarı- kırmızı renkli başka bir bayrak sallanan binanın önünde durduk. “Oku bakalım nereye gelmişiz?” dedi ağabeyim. Oysa ben daha okula gitmiyordum. Safça “Bilmem” diyebildim. O, “Galatasaray Spor Kulübü” diye kendi sorusunu kendisi yanıtladı.

       İçeriye, büyük bir salona girdik. Herkesin elinde bardaklar, küçük masaların üzerindeki yiyeceklerle bir şeyler atıştırıyor, birbirini gören arkadaşlar selamlaşıp koyu sohbetlere girişiyorlar. Ben şaşkınlığım bir kat daha artmış, sarı- kırmızı renklere bürünmüş salonu gözlemliyor neler olduğunu anlamaya çalışıyorum. Birden bir alkış tufanı koptu… Herkesin alkışlarla,”Bravo” sesleri ile döndüğü, yürüdüğü salon giriş kapısına baktım, bir grup insan içeriye giriyordu. Ben ne olduğunu anlamaya çalışırken ağabeyim kulağıma eğildi “Şampiyon Galatasaray’ın, şampiyon oyuncuları içeri giriyor. Başta hocamız Baba Gündüz arkasındaki ‘Berlin Panteri’ kaptan Turgay Şeren, Büyük Ali, İsfendiyar, Kadri Aytaç, Coşkun Özarı, Suat Mamat, Rober…” İyi ama ben bu adamların hiç birini tanımıyorum ki… Derken bir başka ses ve alkış fırtınası başladı; “Kral geliyor, Kral Metin Oktay!”
      Allah, Allah bu nasıl kral? Hani kralları sinema filmlerinden biliyorum ama bu kralın ne başında tacı, ne elinde asası ne de sırtında pelerini vardı. Tezahürata bakılırsa herhalde gerçekten bir kraldı. Ben de alkışlamaya başladım. Az sonra ortalık duruldu, sakinleşti. Böyle bir anda Ali ağabeyim” gel bak seni Baba Gündüzle tanıştırayım” dedi. Elimden tuttuğu gibi uzun boylu bir adama doğru götürdü, adam o sırada bir koltuğa oturmaya hazırlanıyordu. Bizi görünce ayakta bekledi, ağabeyim “Baba sana küçük bir taraftar getirdim” dedi. Baba koltuğa oturdu ben de onun dizine.
     Başladık sohbete:
     “ Merhaba, benim adım Gündüz ya senin ki?”
     “Mustafa!”
     “Aferin Mustafa, hangi takımı tutuyorsun?”
     Ne takımı? Ben taşradan, Salihli'den gelmişim daha takımın ne olduğunu bile bilmiyorum. Evet, memleketimde Gençler, Gürbüzler gibi takımlar var ama ben ilgilenmiyorum daha; çünkü çocuğum. O yıllardabırakın televizyonu ne doğru dürüst radyo var ülkemizde ne de gazeteler böyle günlük geliyor memleketime. Gelse ne, ben okuma bilmiyorum ki…
     .“Hiçbir takımı tutmuyorum” dedim safça. Ali ağabeyim hemen benim taşradan geldiğimi fısıldadı babaya.
     “Olur mu?” dedi Baba Gündüz; “ Sen artık Galatasaraylısın! Bak, şampiyon olduk, kupamızı aldık” diye başköşedeki kupayı gösterdi. Ben yine aynı saflıkla; “Tamam” dedim.
    Baba Gündüz:”Yok öyle tamam demekle olmaz” dedi.
    “Ya nasıl olur?” dedim.
    “ Şimdi benim söyleyeceğimi tekrarlayacaksın öyle olacak” dedi. Başladı söylemeye. O söylüyor ben tekrarlıyorum:
     “ Ölmek var dönmek yok! Ben Galatasaraylıyım!” Bu kısa yemin töreni bitti, ben Galatasaraylı oldum artık.
    “Aferin Mustafa, bu günü ve yeminini unutma” dedi baba Gündüz ve etrafına bakınmaya başladı, bir taraftan masaların üstünü kontrol ediyor bir şeyler aranıyor, bir taraftan da “Bu gence günün anısına yaraşır bir armağan verelim” diye söyleniyordu. Ama bir çocuğa uygun armağan görünmüyordu etrafta. Derken bir kişi: “Baba, bu gence ancak bu uygun görünüyor” diye bir kutu uzattı. Karton bir kutu, üzeri yeşilli beyazlı kâğıtla kaplı.
    Baba kutuyu açtı; içinde 6 adet şarap bardağı vardı. “Olmaz “ dedi ama bir çocuğa verilecek daha uygun bir hediye olmadığı için mecburen kutuyu bana uzattı ve “ Bu anıyı ömrün boyunca hatırlaman dileği ile… Haaa! Bardakları büyüyünce kullanman için veriyorum” dedi gülerek. Başımı okşadı yanından ayrıldık. Ben o gece,  bana  “Hangi takımdansın?”diye soran herkese “Galatasaraylıyım!” dedikçe alkış alıyordum.
     Çocukluk bu ya! Ben o bardaklarla çay içmeye çalışıyordum, şekerini karıştırırken de bardağı deviriyor kırılmasına sebep oluyordum. Baktım günün birinde tek bardak kaldı o zaman aklım başıma geldi. Şimdi o bardağı eşim de, ben de gözümüz gibi saklıyoruz. Kolay değil üzerinde, etrafı defne dalları ile süslenmiş Galatasaray amblemi, amblemin iki yanında 1905-1955 yazıları ve en üstte kuruluşunun ellinci yılını gösteren 50 rakamı.
    Acaba böyle bir değerli armağanı olan başka biri var mı?

Mustafa Uçar
Araştırmacı Yazar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder